7 Nisan 2008 Pazartesi

ADNAN OKTAR veya Harun Yahya: Beklenen Mehdi

Adnan Hoca’yı anlatır mısınız? Nasıl tanıştınız, nasıl bir birlikteliğiniz oldu? Daha sonraları Harun Yahya mahlasını alan Adnan Oktar 1980’lerin ortalarında öğrencim idi. İlk tanıştığımızda ben ünlü bir Sünni yazar ve politik eylemciydim. O ise Kürt Molla Said Nursi’nin kitaplarından etkilenen adı duyulmamış muteassıp bir Sünni idi. O sıralar kitaplarım baskı üstüne baskı yapmasına ve yüzbinlerce okuyucum olmasına rağmen kendime ait özel bir grubum yoktu. O ünlü değildi fakat üniversite öğrencilerinden birkaç düzine müride sahipti. Yirmilerinin sonlarında, üniversiteyi bırakmış, Ortaköy’ün orta sınıf bir mahallesinde annesiyle birlikte yaşayan bir işşizdi. Siyah uzun bir sakalı, yumuşak bir ses tonu, güler bir yüzü, çocukça şakaları ama en önemlisi hayali görevi için güzel hesaplanmış bir planı vardı.Adnan mistisizm ile bilimsel retoriği birleştirip seçkin sınıfın çocuklarına korkutmadan modern bir biçimde sunuyordu. Zarif ve şehirli bir Said Nursi idi. Sakalsız Said’in aksine şık ve bakımlı sakaldan hoşlanıyordu. (bıyıklarını kısaltıp saçlarını tıraş ederek Fransiskan keşişlerine benzeten dinadamlarinin sakalından çok Avrupali sanatçıların sakal stilini benimsemişti). Bu büyüsel bir çözümdü. Kendisiyle öğrencileri arasındaki mesafeyi her zaman korurdu ve onlardan sadece 7-10 yıl büyük olmasına rağmen onlara baba gibi davranirdi. Genç öğrencilerinin başını okşar ve onları görev için çalışmaya teşvik ederdi. Onlar ise bu hoş ve korumaci ilgiden haz alırlardı. Üniversite öğrencilerini, özellikle de zengin ailelerin yakışıklı çocuklarını hedef almıştı. Birbirlerini dairenin içine çekmekteydiler.1986’da askerlik görevimi Samsun’da yaparken Rashad Khalifa ile haberleşmeye başlamıştım. Birkaç ateşli mektuplaşmadan ve tarihsel bir öneme sahip kitabı “Kuran, Hadis ve İslam”ı okuduktan sonra 1 Temmuz 1986'da dinimi sadece Allah’a özgülemeye karar verdim. Bu inancımı Adnan Oktar da dahil olmak üzere yakın arkadaşlarımla paylaştım. Yeniliğe açıktı. Periyodik olarak bana sorular sorar ve benden aldığı bilgileri müritlerine aktarırdı. Görüşmelerimizi müritlerinden gizli tutmaya çalışıyordu. O zaman bunun nedenini bilmiyordum ve pek de önemsemiyordum. Tarzımı çok cüretkar ve kültürümü fazla köylü bulduğunu düşünüyordum. Haklıydı. Politik ve dini konularda tartışırken karşımdakinin giyimi, zenginliği veya kişisel duygularını pek umursamazdım. Geçmişe baktığımda bu gizliliğin arkasındaki gerçek nedeni görüyorum: Varlığımın onun karizmasını tehlikeye atacağını ve izleyicileri üzerindeki etkisini azaltacağını düşünüyordu. Özel bir bilgi veya Tanrı’dan ilham aldığını düşünmelerini istiyordu. Arapça bilmemesine rağmen soru soramayan saf takipçilerini kandırabilecek ve çok şey bildiği izlenimini verebilecek kadar zekiydi. Beni görevi için muhtemel bir rakip olarak görmekteydi.Nasıl yollar ayrıldı?

Daha sonra anladım ki mesaja olan ilgisi gerçeği bulmak için yapılan felsefi bir araştırmadan ziyade politik hırsından kaynaklanan pragmatik bir stratejiye dayanmaktaydı. Bu yöntemle, hadis ve sünnet öğretileriyle kutsanan orta çağ Arap kültürüne zıt modern hayat tarzı ve kültürüne sahip varlıklı ailelerin çocuklarını çekebileceğini düşünmüştü. Pahalı kıyafetler giyen yakışıklı çocukları grubuna katmayı kafasına takmıştı. Fakir insanlara ilgisizdi.Niyetini ve beklenen MEHDİ olduğuna katılaşmış inancını öğrendikten sonra 1988 veya 1989 yılında kendisiyle olan ilişkimi kestim. Bu olaydan bir süre sonra Sünni köklerine ve pazarına geri döndü. Gerçek yüzünü ortaya çıkarabilmek için son görüşmelerimizin birini gizlice kaydettim. Fakat daha sonra bunu açıklamaktan vazgeçtim. Davranışımın gizliliği beni rahatsız etmişti. Kaseti eski öğrencilerinden Mustafa Şahin ve eşi Yelda'ya verdim. Ancak göç etmeye zorlanmam ve Amerika’da yeni bir hayata başlamamdan sonra kasetin Mehmet Metiner yönetimindeki İslamcı bir dergi olan Girişim’e verildiğini öğrendim. Dergi, konuşmanın kaydını Sunni Müslümanları Adnan’ın Makyavelist politikası hakkında uyarmak için yayımladı. Konuşmada, bazı varlıklı İngiliz Müslümanlar üzerinde etkili olan Kıbrıslı Şeyh Nazım ile işbirliği halinde olmasından dolayı azarlıyordum Adnan'ı. İlişkisini Nazım’ın nüfuzunu kullanmaya dayandırarak özür diler bir tavırla haklı çıkarmaya çalıştı. Dürüstlüğün Müslüman olmanın gerekli bir özelliği olduğuna inancımdan dolayı onu böylesi taktikler konusunda uyardım. Bu konuşmanın komik bir bölümü Adnan Oktar’ın yeni üye bulmak için kullandığı çocuksu taktikleri ortaya çıkarmaktadır. O bölümde onu varlıklıları seçtiği için eleştirmekteydim. (Yazıda Adnan Oktar ismi Adnan Hoca’nın kısaltması olan A.H. ile belirtilmiştir.):

Quote:
A.H.- Mesela bir gömlek alıyoruz, beş misli fazla veriyoruz. Adam gömleği görünce peşimizden geliyor.E.Y.- Yahu, anladım da böyle bir gömlek görüp de gelen bir insan, bir başka gömlek görünce kaçar.A.H.- Kaçamıyor, kaçamıyor...

Bu konuşmanın tüm metnini nerede bulabiliriz?
Adnan’ın benimle olan ilişkisi Türk medyası, kitapları ve dergilerinde makale ve politik analizlerin konusu oldu (örneğin Ruşen Çakır’ın Ayet ve Slogan’ı), sıkça tekrarladığı dönüşleri Hürriyet, Milliyet, Radikal ve Sabah gibi gazetelerde belgelenmiştir. Yukarıda sözünü ettiğim tartışmamızı yazıya dökülmüş halini www.19.org un Türkçe forumunun arşivinde veya www.kurannesli.org/ sitesinin bilgibankası sayfasında bulabilirsiniz. Ne var ki Adnan her iki siteyi de şu sıralar mahkeme kararıyla Türkiye'li internet ziyaretçilerine kapatmış bulunuyor. Kurannesli.org sitesinin durumunu bilmiyorum, ama 19.org sitesini açmak için avukat tuttum. Bu arada, 19.org sitesine girmek isteyen arkadaşlar basit birkaç teknik yöntem ile Telecom'un mahkeme kararıyla uyguladığı sansürü rahatlıkla delebilirler. Hatta, Internet sansürüne karşı mücadele veren bazı kişiler sadece bu konuda yardım eden siteler kurmuş bulunuyorlar.
Adnan müritlerini köstebek gibi kullanmasını iyi biliyor; bir mahkemenin kararını düzeltip siteyi tekrar açma kararı alıyoruz ama bir de öğreniyoruz ki, bir başka mahkemenin deliğinden çıkmışlar ve siteyi tekrar kapamışlar. Hukuk sistemini çok iyi istismar ediyorlar ve maalesef Türkiyeli hakimler ve savcılar buna göz yumuyorlar. Kimbilir belki şantaj ve rüşvet yoluyla onları da etkiliyorlar veya şu ana kadar rastgeldiği hakim ve savcılar realiteden habersiz münzevi insanlar. Bu kadar gencin beyninin ve iffetinin ırzına geçen, onların mali varlıklarını istismar eden, bir sürü aileyi mağdur eden bir sahtekarın hala Türk mahkemelerini kullanarak pisliklerini ifşa eden siteleri kapatabilmesini anlayamıyorum. Adnan kendisi hakkında yazdığım bu makaleyi İnternet ortamından kaldırmak için adeta çırpınıyor. Örneğin, Türkiyeden bizim gıyabımızda aldırdığı geçici mahkeme kararını İnglizceye çevirip benim siteye servis yapan Amerikan şirketine gönderdi. Tabi Türkiyeden çaldığı o maya buradaki gölde tutmadı. Buranın hukukuna göre kamuya mal olmuş kişiler daha rahat eleştirilebilir ve hatta hakaret edilebilir.
Dilerseniz Adnan ile olan ilişkinizin kopma hikayesine devam ediniz. Peki, sizinle olan ilişkisi anlaşılınca Adnan da sizin gibi "mürted" ilan edilerek hayatını riske sokmadı mı?Normal bir dünyada, Adnan’ın benimle olan gizli ilişkisinin ve Sünni liderlere karşı ikiyüzlülüğünün ortaya çıkarılması onun da benim gibi Sünnilerin aforozuna, hakaretlerine, tehditlerine ve saldırılarına hedef olmasını gerektirirdi. Skandala rağmen şaşırtıcı bir şekilde Adnan Sünni pazarda yükselen bir yıldız olmaya devam etti. Bir zamanlar takipçilerine Mustafa Kemal Atatürk’ün beklenen DECCAL olduğu öğretmiş daha sonra ise politik nedenlerden dolayı onu büyük bir kahraman ilan etmişti. Şu anda ikili bir oyun içindedir: Türk oligarşisini yatıştırmak için Atatürk-perestliği kullanmakta ve Müslümanları sömürmek için dolaylı olarak Atatürk’ün deccal olduğu mesajını vermektedir. Günümüze kadar bu ikili oyunu gayet başarılı bir şekilde oynamıştır. Adnan defalarca çelişkili duruma düşmesine rağmen 1980 başlarından beri değişmeyen en önemli inancı “Adnan Oktar’ın beklenen MEHDİ” olduğudur.

Mehdi ne demek? Çok işitiriz ama bir de sizden öğrenelim.

Mehdi, İslam kültürüne ve daha sonra akidesine Yahudilikten ve Hristiyanlıktan geçme bir hikayedir. Yahudiler hala kurtarıcı Mesih beklerler. Hristiyanlar ise Mesih'in İsa olarak dünyaya ikibin yıl önce geldiğine ama Allah'ın egemenliğini getirmek için dünyaya bir kez daha geleceğine inanıyorlar. Nitekim, Kab bin Ahbar, Vehb bin Munebbih, Abdullah bin Selam gibi bir zamanlar etkin olan Yahudi ve Hristiyan dinadamları güya müslüman olduktan sonra eski dini inanç ve ibadetlerini hadisler yoluyla islama sokmaya çalıştılar. İşin ilginci, Ebu Hureyre'den yüzlerce hadis rivayet eden kitaplardaki diğer hadislere göre hem Halife Ömer hem de peygamberin eşi Aişe anamız tarafından yalancılıkla suçlanmış olan Ebu Hureyre adındaki peygamber düşmanı başta olmak üzere israiliyat denilen Yahudi hikayelerini hadis ambalajıyla rivayet etmişlerdir. Sözde islam alimleri bu İsrailiyatları deşifre etmeye çalışmışlar ama Buhari ve benzeri kutsanmış hadis kitaplarına sızan yüzlerce İsrailiyata dokunmaya cesaret edememişlerdir. Nitekim, İsa'nın ölmediği ve dünyanın sonundan önce gökten tekrar inmesi inancı bu yolla müslüman kültürüne ithal edilmiştir. Ne var ki, Muhammediliği İseviliğe teslim etmek istemiyen uydurmacılar buna ek olarak Mehdilik hakkında hadisler uydurmuşlar. Böylece dünyanın sonu kopmadan önce hem İsa ve hem Mehdi (yani büyük Kurtarıcı) ortaya çıkacaklar ve Hristiyanlar Anti-Christ dedikleri Deccal ile savaşacaklar ve onu yenecekler.

Mehdi ve Deccal hakkındaki rivayetler yetenekli bir yazar tarafından çocuklar için çok heyecanlı ve eğlendirici bir hikaye dizisine çevrilebilir. Mehdi ve Deccal ile ilgili hadisleri analiz eden bilimadamları Emevi sultanlarının egemen olduğu tarihlerde uydurulan Mehdi hadislerinin dolaylı olarak Emevi sultanlarını Mehdi olarak tarif ettiğini ve daha sonra Abbasiler döneminde uydurulan Mehdi hadislerinin ise Abbasi sultanlarını tarif ettiğini gözlüyorlar. Şiilerin Mehdi hikayesi daha da ilginçtir. Şiiler 12'inci İmam kabul ettikleri Muhammed Askeri'nin Mehdi olduğuna ve kaybolduğuna inanıyorlar. Kiyamete yakın zamanda yaşadığı yerden (sanırım mağara olacak) ortaya çıkacak ve müslümanları kurtaracaktır. Hani Usama bin Ladin Vehhabi bir Sünni olmasaydı, Şiiler onu kaybolan 12'inci imam olarak kabul etmeye yanaşabilirlerdi. Ne de olsa mağaradan çıkmış ve Amerikan Deccalı'nı can damarından vurmuştu. Kısacası Mehdilik inancı, kurtarıcı olarak Allah'ı ve Mesaj'ını takdir edemiyen insanperestlerin uydurduğu bir mitolojiden ibarettir. Peki siz Adnan'a Mehdi inancının uydurma olduğunu anlattığınızda tepkisi ne oldu? Adnan'ı "sadece Kuran" mesajı doğrultusunda ikna etmeye çalıştığım zamanlarda Mehdi hakkındaki hadisler dışında hiçbir geleneksel Sünni öğretide ısrar etmemiş ve hatta hiç savunmamıştı. Bu konuda bir uzlaşmaya varma çabası ilginç ve komikti. Sadece Kuran görüşünü beklenen Mehdi inancı ile birlikte kabul etmesini onaylamami bekliyordu. Ona beklenen Mehdi ile ilgili hadislerin hadis uzmanlarının gevşek standartlarına göre bile uyduruk ve güvenilmez hadisler sınıfında olduğunu, bunların Emevi ve Abbasi sultanlarının çıkarları doğrultusunda uydurulduğunu anlatmaya çalıştım. Ona göre Mehdi (yani onun liderliği) en önemli konuydu. Masonlara ve Siyonistlera karşı yayınları, ün ve popülaritesini arttırmak ve sonunda da görevini dünyaya duyurmak için oluşturulmuş bir stratejiden başkası değildir. Tarikatının çalışma şekli, varlıklıları hedeflemesi ve onların kaynaklarını kullanması açısından Moon ve Scientology tarikatlarına benzemektedir.

Sonra ne oldu? Bir ara Sağmalcılar Cezaevinde birlikte yatmışsınız.

Evet, birbirimizle hapiste de karşılaştık. 3 Aralık 1986’da best-seller kitabım İlginç Sorular-1 de yer alan düşüncelerimle Türkiye’de teokratik bir devrimin gerçekleşmesini sağlamayı savunan çalışmam nedeniyle ikinci defa mahkum edilmiştim. Bu kitabı Sunni İslam’dan tektanrıcı islama geçmemden önce yazmış olmama rağmen aşırı devrimci ideolojimi yansıtmamaktaydı. Teokratik bir devlet özlemime hafif ipuçları ve kinayeler içeriyordu. Fakat bu kadarı bile devletin beni mahkum etmesi için yeterliydi. Ne de olsa (yaşadığım radikal dönüşümden habersizdiydiler) beni yıldırarak açık ve gizli politik eylemlere katılmamı engellemeye çalışıyorlardı.
Adnan ile cezaevi revirinde karşılaştım. Oraya beni kitaplarımdan ve konferanslardan tanıyan bir doktor tarafından götürüldüm. Hüküm giymiş katiller ve hırsızlar ile dolu kalabalık koğuştan kurtarmak istemişti beni. Adnan da oradaydı ama çok farklı bir nedenden dolayı... Askerden kurtulmak için tıbbi rapor almaya çalışıyordu ve bu nedenle paranoid şizofren gibi davranıyordu. Bu bir ironiydi. Gerçekten de akıl sağlığı bozuktu; anılsamaları olan bir megalomanyak idi. Ne var ki başka bir hastalığı kurnazca taklit etmekteydi. Başarmıştı; o zamanlar askerlikten kurtuldu ve o günden beri akli kapasitesi yeterli olmadığından cezai sorumluluktan muaftır. Böylece cinsel taciz, dolandırıcılık, iftira, şantaj ve diğer suçlardan kurtulabilmektedir. Adnan Mehdi olarak bir mucize gerçekleştirmiş ise o da budur: Resmi olarak akıl hastasıdır ve teflon gibi cezadan muaftır.

Yirmi yıl içinde kendisi hakkında sadece bir makale yazmış olmama şükretmesi gerekirken 19.org sitesini Türkiye'deki ziyaretçilere kapatarak bana savaş ilan etmesi kendisine pahalıya malolacaktır, inşallah. Ne sıkıyönetim mahkemelerine, ne mollaların fetvalarına, ne de Amerikan emperyalistlerine aldırmayan benim gibi "ipten saptan kopmuş" özgürlük delisi birisine ne şantajı ne iftirası ne de parası sökmeyecektir. Kendisi ve kullandığı müritleri bu işledikleri rezaletler için pişman olacaklardır. Han bir söz var ya, "Mezhepçinin hakkından mezhepsiz; müridin hakkından şeyh, ve hepsinin hakkından rasyonalist Tektanrıcı gelir!" (Bu söz ilk kez bu söyleşi ile güneş yüzü görüyor. Ona göre onu boşuna kitaplarda arama"Türkiye’de ve yurtdışında insanları nasıl etkiliyor?

Adnan akademik standartlara göre zayıf olmasına rağmen yetenekli bir insan kullanıcısı, sabırlı ve becerikli bir takım lideridir. Adnan bir AIDS veya Menenjit virüsüdür. Adnan kişilik düşmanıdır. Tarikat liderleri, yaşayanları ruhen öldüren, entrikalarıyla akılları örtüp gözleri boyayan, özgür kişileri kendilerine köleleler haline dönüştüren Firavunlardır. İleride tarikat lideri olmak isteyenler, idelojik beyin yıkamaya veya vatan kurtaran şabanlar bulmaya hevesli olanlar, saf insanları iliklerine kadar kutsal kutsal veya laik laik sömürmek isteyenler, Adnan'ın yöntemlerini öğrenmeli ve incelemeliler. Adnan bu konuda büyük bir hazinedir, kendini isbat etmiş bir dehadır.
Büyük bir misyon için seçilmiş bir lider imajını çeşitli etkin psikolojik yöntemler ve pazarlama numaraları kullanarak göstermeye çalışmaktadır. Yakında tüm dünyayı yöneteceğinden ve onun şanslı ve güçlü yardımcıları olacaklarından ona katılmaları saf ve genç öğrencilerin çıkarınadır. Tarikat ayrıca zengin ve nüfuz sahiplerinin çocukları için masonluk örgütü gibi ve hatta kutsal katma değerlerle daha etkin bir kulüp sunmaktadır; ikinci el kızlar ise ek faydasıdır. Müritler bu avantajlara karşılık özgürlüklerini ve benliklerinin önemli bir kısmını şeyhe satarlar. Nitekim, milyonlarca insanın bir tarikat veya dini organizasyona katılabilmek adına bu kıymetli haklarından ve değerlerinden vazgeçmeye hazır olduklarını bilmekteyiz. Verdiği zafer tarihlerinin bir kaç defa ertelenmesine rağmen, kim tüm dünyanın epeydir beklenen şanlı bir yöneticisinin sekreteri veya sözcüsü olmak istemez? Zafer 1999’da olmasa da 2005’te veya 2014’te gelecektir. Yehova Şahitleri dünyanın sonunu bir yüzyıl içinde birkaç kere ertelemişlerdir ve bildiğim Adnan onlardan daha az yetenekli değildir. Ölümünden sonra takipçileri Mehdi ordusununun şevkini dünyanın sonuna kadar götürmeye yetecek deneyimi kazanacaklar! Zengin, eğitimli ve sadık tarikat üyelerinden oluşan, kes ve yapıştırda, kırpma ve biçim vermede, çalıntı parçaları yapboz gibi bir araya getirmede uzman ve bunları kitleye liderin ismi altında cömertçe sunan bir kaç yüz kişilik bir ordu, evet böyle bir ordu güçlü bir kuvvettir. Fakat Mehdi’den sonra liderlik için kutsal bir kavgaya girme riski her zaman için var olan bir ordu.
Şu anda yayına soktuğu İnglizce yayın yapan düzinelerce websitesi ve müritleri tarafından kopyala-yapıştır yöntemiyle hazırlanan İnglizce kitapları yoluyla İslam Dünyasında, özellikle avam kesiminde, büyük bir bilimadamı imajı yaratmıştır. Kaliforniya'nın Irvine kentindeki büyük bir caminin kitapevinde en şerefli raflar Harun Yahya ismine yakıştırılan kitaplar ve videolarla doluydu. Türkiye'de yaşayanların büyük çoğunluğu onun karakteri hakkında az çok bir bilgiye sahip. Ancak, dışarıda yaşayanlar hala Adnan'ın içyüzünü bilmiyor.Sizinle olan ilişkisi koptuktan sonra neler oldu. Hakkında çıkan bunca olumsuz habere rağmen, onca skandala rağmen, hala nasıl mürit bulabiliyor? Müritlerini nasıl böyle etkileyebiliyor?Birçok takipçisi hayal kırıklığıyla onu terkettiler fakat her seferinde Mehdi’nin yakın yardımcıları olarak dünyayı yönetmeye hazır saf gençleri kendi safına çekerek tarikatının kan kaybını karşılayacak yeni müritlerle tazelemeyi başardı. Eski takipçileri, mafyavari yöntemler dahil çeşitli yollarla korkutulmaya ve şantaja maruz kaldılar. Gizli operasyonları ve yanlış bilgilendirme kampanyalarıyla profesyonel bir haberalma örgütü gibi çalışmaktalar. İstediklerini şantaj, iftira ve hakaret yoluyla elde etme alışkanlığı başlarının bir kaç yıl önce üst düzey Türk politikacıları ile derde girmesine neden oldu. Daha önce de belirttiğim gibi, Adnan mucizesini gerçekleştirdi; akıl hastalığını belgeleyen tıbbi raporu sayesinde sadece askerlik hizmetinden değil ama aynı zamanda hakkında açılan davalardan da kurtuldu.Adnan’ın ne fende ne de dinde resmi bir eğitimi yok ve kendi mahlasını taşıyan yazılı ve görsel malzemede ele alınan konuları derinlemesine anlayabilecek yetkinliğe de sahip değil. Bundan dolayıdır ki kendisini halk önünde uzmanlarla tartıştığını göremezsiniz. Bir tek tartışma programı onu Çıplak Kral’a çevirmeye yeterli olacaktır. Bu yazıyı kendisine karşı bir meydan okuma olarak dikkate alabilir: Onunla televizyonda canlı yayında her zaman tartışmaya asıl kimliğni kamuoyunda ifşa etmeğe hazırım.
Adnan aracılar kullanır ve herşeyden kendisine pay çıkarır. Tıbbi raporunu kullanır ve suçlamalardan kurtulur. Adnan Oktar’dan yani Tanrı’nın iki elçisi Harun ve Yahya’nın isimlerini sömüren bu adamdan öğrenilecek çok şey var! Genelde eğitimli ve zengin, ancak saf olan müritleri çoğunlukla batılı bilimadamları ve sanatçılardan çalıntı yazı ve videoları hazırlamak için gece gündüz çalışmaktalar. Sonunda ise işbirliği ile oluşturulmuş bu alıntı ve çalıntı eserlere Harun Yahya ismi yapıştırılmaktadır. Dolayısı ile Harun Yahya Adnan Oktar’ın kişisel gündemini artıran yapay bir markadır. Örneğin, 1990’larda Harun Yahya ismiyle çıkan kitapların çoğu o zamanlar Cavit Yalçın mahlasını kullanan eski takipçisi Metin Kımıldar tarafından yazılmıştır. (Şimdi neredesin Cavit Yalçın?! Mahlasını Harun Yahya’nın web sayfaları için bir portal olarak mı kiraladın, yoksa o senden alındı mı?)Mehdi (Mesih’in Sünni ve Şii kopyası) olduğuna kuvvetle inanan Adnan güçlü bir karizmaya, kolay aldanabilen sınırsız bir zengin insan havuzuna, ve müritlerinin aparıp derlediği çalışmalarıyla kolayca etkilenebilen milyardan fazla bireyden oluşan bir pazara sahiptir.Adnan'ın kadınlara olan düşkünlüğü ve cinsi sapkınlıkları ile ilgili haberleri nasıl karşılıyorsunuz?1990’lardan önce onu tanıyan biri olarak onun karmakarışık cinsel ilişkilere düşkünlük gösterebileceğine inanmakta zorluk çekmiştim. Ne de olsa o zamanlar dindar bir Sünni olarak kadınlarla olan ilişkilerinde son derece titizdi. Kadınlarla tokalaşmazdı bile. Ancak, Türkiye'de yayımlanan gazete haberleri ve eski müritlerinin itiraflarını bakılırsa zamanla evrim geçirdi ve değişti. Çevresindeki kadınlara cinsel tacizde bulunması ve ondan kaçanların açıklamalarıyla sık sık Türk medyasında yer almaktaydı. Kendisinden ayrılan eski müritlerin itiraflarına göre tarikatındaki bütün kadın üyelerle cinsel ilişki kurma hakkı olduğunu iddia etmektedir. Hatta bu kadınlar için bir de isim uydurmuş: MOTOR. Bildirdiklerine göre, kız arkadaşlarının ilk kez gizlenen mehdi tarafından tadılması erkek müritlerce bir iltifat olarak değerlendirilmektedir.Yeni üyeler kazanmak ve markasını pazarlamak için seks, para, popüler semboller ve ünlü şahıslar kullanmaktadır. Fakat en önemli araç aldatmadır, ancak bu aldatmayı "erdemlice" yapmaktadır, yani iyi bir amaç için! Aldatma propagandasını, mezhepler tarafından suistimal edilen Kurandaki TAKİYYE kavramı ile haklı çıkarmaktadır (bu "kutsal ikiyüzlülük" Şii mezhebinin inanç sisteminin bir parçasıdır!). Adnan, Reşad’ın elçilik iddiasını ve Resul ile Nebi tanımları ile ilgili argümanını öğrendikten sonra elçi olduğunu varsaydı ve bu inancını yakın çevresiyle paylaştı. Daha sonraları, milyar-kafalık Müslüman pazarına ulaşabilmek için Mehdi olduğuna dair özgün iddiasına geri döndüğü anlaşılıyor. O pazarda milyonları kemiklerine kadar sömürebilirdi. (Fakat, Harun Yahya ismini seçmesi elçiliğine olan inancının bir belirtisidir. Neden? Bir ipucu: Kuran hakkındaki cehaletinden dolayı Harun’a kitap verilmediğini düşünmektedir; böylece ona göre Harun nebi değil elçidir!)Ataları Ebu Hureyre ve türdeşleri tarafınca aldatılmış modern Müslümanların da bu tarikat lideri tarafından aldatıldığını görmek üzücü. Muhammed’e yakıştırılan hadis kitaplarının son derece rağbet görmesi gibi Adnan'a yakıştırılan derleme kitap ve videoların Müslüman kitapevlerinde rağbet görmesi de üzücü. Bu kitap ve videoların çoğu batıdan çalıntı, doğru ve yanlışın iç içe geçtiği derlemelerdir. Evrim teorisinin cahilce eleştirilmesinde olduğu gibi gerçek bilim sahte bilimle harmanlanıyor. Mehdi’nin kimliği ve maceraları gibi uydurma hadisler ile Kuran’ın mesajı karıştırılıyor.
Babuna ailesinin dediği gibi bu olay sosyal bir kanser mi?

Türkiye'nin en tehlikeli tarikatı kuşkusuz Adnan'ın tarikatı değil. Türkiye'de silahlı ve şapkalı, tesbihli ve sarıklı birçok tarikat tümürü var. Maalesef Türkiyemiz birbiriyle kavgalı dinci veya dinsiz tarikatların sembolik ve irrasyonel güç kavgalarından çok çekti ve hala çekiyor. Bir dini liderin veya ulusal kahramanın ismi etrafında toplanan, putları ve doğmalarıyla taşlaşmış olan beyin ve kalpleriyle, kişilik düşmanı tektipçi tavırlarıyla dışlarındaki insanlara nefret veya paranoya ile bakan bir sürü gruplar ve tarikatlar var. Ancak, Adnan'ın tarikatı ülkenin kaymak sınıfının güzel yüzlü, iyi öğrenim görmüş saf gençlerine musallat olduğu için hepsinden farklı ve televole medya için ilginç bir haber kaynağı. Tarih boyunca hayalperest kişilerin saf insanlar arasında kazandığı popülariteye ve başarıya baktığımızda, bu adamın popülaritesi ve başarısı bir sürpriz değildir.

Babuna çifti ile bir kez telefonla konuşma imkanım oldu. Onların çektiği sıkıntıyı tahmin edebiliyorum. Adnan'ın örümcek ağından kurtulabilen birçok yetenekli genç tanıyorum. Bunlardan bazısı şu anda ünlü ve başarılı yazarlar, bilimadamları ve işadamları oldular. Malasef bu arkadaşların hepsi Adnan ile olan tarihlerini unutmak istiyorlar; onu hayatlarının bir kara lekesi olarak kabul ediyorlar ve büyük bir zorlukla kopabildikleri o pisliğe tekrar bulaşmak istemiyorlar. Bu arkadaşlardan bazıları ise fedarkarlık ederek tanıklık yapmak istediler, ama maalesef aileleri razı olmadı. Eskiden Adnan uğruna ailelerini inciten bu gençler bu kez Adnan'ın foyasını ortaya çıkarmak için onları üzmek durumunda kalmak istemiyorlar. Keşke o aileler biraz daha cesur ve insancıl davransalar diyorum. Keşke o aileler başka ailelerin kendileri gibi mağdur olmamaları için Adnan'ın örümcek ağından kurtulabilen çocuklarına o defteri kapatabilmeleri için izin verselerdi. Aldığım bir habere göre o arkadaşların bazıları kimliklerini gizli tutarak www.yahyaharun.com sitesi yoluyla Adnan'ı ve tarikatını tüm dünyaya ifşa edecekler.
Bu arada, merak edecekler için kendi durumuma da değinmek istiyorum. Biliyorsunuz ben işkence dolu bir felsefi sorgulama sonucunda hadisçi sünnetçi İslam'ı reddettim. Sahip olduğum birçok şeyi kaybetme ve herşeyi riske sokma pahasına... Bu, Gerçek'e olan saygımdan dolayı almak zorunda kaldığım bir karardı. Ünlü bir sünni alim olan babam Sadrettin Yüksel benim bu inkarıma çok alındı. Nitekim, dinci medyada aleyhimde yayımlanan ilk eleştiriyi yazan kişi sevgili babam oldu. Mehmet Metiner'in yazı işleri müdürlüğü yaptığı Grişim dergisinde yayımlanan o yazıda babam bana hakaretler yağdırdı. Gerçi o hakaretlerden bira alındım, ama kendisine verdiğim cevabımda (Sakıncalı Yazılar kitabı) babama karşı bir tek kelimeyle bile olsa saygısızlık etmedim. Babamın Sünni inançlarını reddetsem de kendisine olan saygımı sürekli korudum. Gerçi bu tavrım Kuran'ın bu konudaki emrine uygun idi, ama kişiliğim bunun dışında bir tavrı zaten kabul edemezdi. Bana o kadar hakkı geçen, beni o kadar seven ve bu yüzden, ebedi hayatımı mahfettiğine inandığı bir kararımdan dolayı bana üzülen ve darılan birisine nasıl kızabilirdim ki? Babam bana hakaret edebilirdi; ama ben asla ona saygısızlık edemezdim. Nitekim, babamın vefatı üzerine yazdığım bir makalede ve şu sıralar İnglizce olarak yazdığım hayat hikayemde babamın örnek onurunu ve cesaretini övüyorum.

Şunu demek istiyorum. Çocuklar illa babalarının dini inançlarını paylaşmak zorunda değil. Aksine sorgulamaları gerekir. Kritik düşünceye, kişiliğe sahip olmalı çocuklarımız. Nitekim ben oğlumu bu konuda alabildiğine serbest yetiştiriyorum. Herşeyi sorgulamasını, ve hiçbir zaman ben ve annesini körü körüne taklit etmemesini öğütlüyorum. Kısacası, her kişinin hakkı olan inanç ve düşünce özgürlüğü ile Adnan'ın torbasına beyinlerini teslim edenlerin anne ve babalarına ve akrabalarına hakaret etme özgürlüğü arasında büyük fark vardır.İslami Reform Hareketi

İslamiyet nereye gidiyor?

Sadece Kuran ile ifadesini bulan İslamiyet maalesef tozlu raflarda. Kuran'ın kişiliği zenginleştirici, ilerletici, özgürleştiren, ve aydınlatan mesajı maalesef onu anlamadan papağan gibi okuyanların rahlelerinde veya onu hadis ve mezhep öğretileriyle çarpıtarak sunanların dudaklarında ve üfürüklerinde. Ayrıca, hala ölüler üzerinde okunmaya devam ediyor. İşin ilginci, "Dirileri uyarsın diye bu kitabı gönderdik" anlamındaki biricik ayetin yer aldığı Ya10Sin60 harfleri ve rakamlarıyla başlayan 36'ıncı sure özellikle ölülere okunuyor. Kuran'a inat! Beyinlere girmeyen ve gönüllere inmeyen bir mesaj, bu yüzden bir yere gitmiyor. Ancak, Müslüman topluluklar üçüncü bin yılın başlamasıyla birlikte büyük bir sarsıntı geçiriyorlar. Şu anda gerçekleştirilen 10uncu haçlı seferine karşı çok zayıflar. Haçlılara karşı ne askeri ne ekonomik ne de felsefi yönden kendilerini savunabilecek bir durumdan yoksunlar. Bu aczin getirdiği yaygın ve derin bir batı düşmanlığı yaşanırken aynı zamanda büyük bir sorgulama da yaşanıyor Müslümanlar arasında. Yirmi yıl önce Türkiye'den ayrılırken sözünü ettiğim İslami Reform şimdi dünyanın gündeminde. Gerçi Haçlılar İslami bir reform değil, İslam'da reform istiyorlar ve emperyalist emellerine karşı aşağılık kompleksiyle yapılan bir reformu teşvik ediyorlar; ama şu anda Müslümanların yoğun yaşadıkları ülkelerde birçok aydın, Kuran'ın ışığında rasyonel bir yöntemle gelenekleri ve mezhepleri sorgulamaya başladı. Şu anda dünyanın birçok ülkesinde dinlerini sadece Allah'a özgülemeye karar vermiş gruplar oluşuyor. Türkiye bu yüzden şanslı durumda. Yıllardır birbiriyle dayanışma içinde olmayan rasyonel monoteistler ilk kez ciddi biçimde örgütlenmeye karar verdiler. Nitekim, 19.org yoluyla birbiriyle tanışan bazı arkadaşlar, kişiliklerinden ve bağımsız düşünme karakterlerinden taviz vermeden, barış, adalet, özgürlük ve erdemli tavırları gerçekleştirmek için örgütleniyorlar. En son aldığım bilgiye göre Kuran'daki sure ve evrenimizdeki dengeli elementlerin sayısına atfen 114 Derneği adıyla gerçekleştirecekler bu örgütlenmeyi. Rakamlara allerjisi olan rakamsızları, yani hurufileri ürkütmemek için derneğin ismini harflerle Yüzondört diye de yazacaklar galiba JGülen cemaati ve diğer tarikatlar İslamiyeti nereye götürüyor?

İslamiyeti bir yere götürdüklerine inanmıyorum; ancak Sunni mezhebinin Güleni tarikatını Ota Asyalara ve Amerikanya'ya kadar götürdükleri malum. Bana benzeri bir soruyu yönelten birisine 1999 yılında gönderdiğim bir mektupta şunları yazmıştım. "Fethullah hoca, teolojik farkliliklarimizi ve onun Hristiyan evangelistleri andıran vaaz stilini bir yana bıirakırsam, takdire şayan bir dini ve politik liderdir. Çok yetenekli ve çalışkan birisi. [1980'lerde Sünniyken] kendisiyle bir veya iki kez görüşmüştüm ve Sızıntı dergisinde sadece bir makalem yayınlanmıştı; ama cemaatinden bazi kişilerle dostluğum vardı. Fethullah'ın hesaplari büyük ve bu hesaplari gerçeklestirmek için taktikler ve stratejiler izledigi bilinen bir gerçek. Turkiye'deki otoriter düzen onu kullanmak maksadiyla uzun sure kendisine göz yumdu." Tempo Dergisinin Ocak 2006 sayısında yayımlanan bir söyleşide bana, "Sizin taraftarlarınız var mı?" sorusunu yönelten gazeteciye şu cevabı vermiştim: "Benimle aynı görüşü savunanlar var. Ama böyle dikey bir organizasyon yok. Ben özellikle dini organizasyonlara şüpheyle bakarım. İnsanları robotlaştırır bu. Mesela Fethullah Amca iyi robotlar yetiştiriyor. Ama bu iyi robotlar, günün birinde kötü robot olabilirler."

Kuran'ın çizdiği Müslüman, düşünce ve inanç açısından anaşist veya aykırı bir tiptir. Yusuf, Davut ve Süleyman gibi birkaç elçiyi istisna edersek, Allah elçilerinin büyük çoğunluğu ve onların mesajını kabul eden öncüler tarih boyunca egemen sınıfı ve o sınıfın kullandığı ideoloji ve doğmaları reddeden, statükoyu ve geleneği sorgulayan reformcular veya devrimci kişiler oldular. Örneğin, Musa peygamber Firavun, Karun, Haman ve sihirbazlarla olan mücadelesinde Mısır'ın egemen politik, ekonomik, askeri, ve dini güçlerine kafa tuttu. İbrahim daha genç yaşta babası dahil tüm halkının inandığı politeist dinin hurafelerine karşı cesaretle rasyonalist düşünceyi dile getirdi. Salih sahtekar tüccarları karşısına aldı. İsa Yahudi dinadamı sınıfı olan Ferisilere, zenginlere ve Romalılara karşı akıl, adalet ve özgürlük mücadelesi başlattı. Muhammed Mekke Teokrasisinin hurafeci, köleci, kadın düşmanı, ırkçı ve bağnaz olirgarşik yönetimine ve dinine meydan okudu. İnsanlık tarihi boyunca müslümanlar, bu ikonoklastik tavırlarına rağmen aynı zamanda toplumun üyeleri olarak da erdemli tavırlar ve işler için birbirleriyle dayanışma içinde çalışırlar. Bir başka değişle, müslüman zihnini, peygamber dahil hiç kimseye teslim etmez; müslüman zihnini ve gönlünü sadece ve sadece Yaratıcısı olan Gerçek'e teslim eder. Böyle olunca, tarikatlar ve mezhepler islam ile işin püf noktasında çelişir. Müslüman sadece Allah'a kul olurken, mukallit ve mürit, mezhep imamları, alimler, alimcikler ve şehylerden oluşan bir dizi putlaştırılmış yaratığa kul olurlar. Kuran'ın "iseyen de aciz, istenen de aciz" diye beliğ bir biçimde tanımladığı müçtehit-mukallit veya şeyh-mürit ilişkisi Allah'ın "kerem" ile, yani onurlu olarak yarattığı insanlığın doğasıyla çelişir. Allah'ın kullarına tapanlar onların isimlerini şatafatlı övgü sözleriyle Allah gibi, hatta Allah'tan daha çok anarlar. Rasyonel Müslümanlar ile Mukallit Müritler arasındaki fark, insan ile robot arasındaki fark gibidir.

Amerikalı politik komedyen Bil Maher şefaat yani aracılık hurafesini onaylayan ve ruhban sınıfı oluşturan şirk dinlerini çok güzel tanımlamıştı. "Tüm dinler Allah ile insanlar arasında bir bürokrasiden ibarettir." Ünlü fizikçi Steven Weinberg ise çok güzel bir belirlemede bulunmuştu: "Dinli veya dinsiz, iyi insanlar iyilik yapar ve kötü insanlar kötülük yapar. Ama, iyi insanların kötülük yapmaları için din gereklidir." Steven'in bu eleştirisini sadece Allah adına sunulan "dini" doğmalar sınırlamak doğru değildir. Doğmalaşan her ideoloji Steven veya Maher'in belirttiği karakterlere sahiptir.

Daha önce sizinle aynı görüşleri paylaşan tektanrıcıların örgütlenmesinden sözettiniz. Bu örgütlenmenin tarikatlerden veya politik örgütlenmelerden ne farkı var?Dilerseniz, kuruluş toplantısı yapan arkadaşlara gönderdiğim kutlama mesajının son bölümlerini sizinle paylaşayım:
Bugün yepyeni bir sayfa açılacak inşallah. En güzel betimlemelere sahip Allah'a kul olarak her tür puta ve şeytani doğmalara karşı özgürlüklerini ilan eden, kendileriyle Allah arasında akıllarından ve akıllarıyla kavradıkları kitabi ve doğal ayetler dışında hiçbir aracı veya şefaatçıyı, hiçbir tarikat şeyhini veya mezhep imamını, "en güzel hadis" dışındaki hadisleri veya Allah'ın sünneti dışındaki sünneti yol gösterici yasalar veya kurtarıcılar olarak tanımayan, Din Gününde tek başına yargılanacaklarının ve sorumluluklarını hiçkimseye devredemiyeceklerinin bilincinde olan, bilimsel gerçeklerin bulunmasında kelle sayılarının pek öneminin olmadığını kavrayan, Tanrı'nın ayet ve işaretlerine tanık olan, erdemli bir hayat yaşamaya çalışan ve tevhidin özgürleştirici, aydınlatıcı ve hayat verici mesajını diğer insanlara ulaştırmakla görevli olduklarının farkında olan bazı dostlar, sizler, nihayet birbirinizle tanışmaya ve dayanışmaya karar verdiniz.Allah'ın takdir ettiği 1974 yılında ağaran ve nice ilahi işaretleri içeren gelişmelerle gerçekleşen olaylar zinciri sonucu dünyanın göndemine gelen İslami Reform davasının öncüleri olarak sizlere büyük sorumluluk ve görev düşüyor. Kişiliğinizi ve bireysel özgürlüğünüzü kaybetmeden, kibir ve gurura kapılmadan, kenetlenmiş bir duvar gibi mücadele vermelisiniz. Tüm insanlığın, hepimizin ihtiyaç duyduğu tevhid felsefesini ve rasyonel düşünmeyi yaymak; insanlar arasında adaleti ve barışı gerçekleştirmek; düşünce, inanç ve ifade özgürlüğünü sağlamak ve korumak; erdemli davranışları teşvik etmek ve zararlı davranışlardan uzaklaştırmak için kitaptaki ve doğadaki ayetlerin ışığında birbirimize danışacak, birbirimizi uyaracak ve birbirimizi destekleyeceğiz.

...Bu hareket beyin kadar gönül, bireysellik kadar birliktelik, sevgi kadar sertlik, tolerans kadar mücadele, yaratıcılık kadar izleyicilik, eleştiri kadar itaat, kaygı kadar umut, kuşkuculuk kadar güven, tartışma kadar anlaşma, ve bencillik kadar fedakarlık ile gelişecektir. Bu hareket, hiçbir kimsenin ismine veya cismine ipotekli olmamalıdır.

Bu hareket, peryodik cetveldeki elementleri oluşturan atomlar gibi özgür ve özgün kişilerin, tevhid inancı ve erdemli tavırlar sözkonusu olunca elmastan bile daha sert olan Fullerene moleküllerini oluşturan karbon atomları gibi birbirlerine kenetlendikleri bir hareket olmalı.Sadece Kuran'ı kaynak edinen bir din ile Kuran'a Hadis, Sünnet ve Mezhep fetvalarını ortak koşan din arasında ne gibi farklar var?

Bunu öz bir biçimde Islami Reform için Manifesto başlıklı yazıda detayıyla ifade ettim. Sözkonusu Manifesto önümüzdeki yaz Amerika'da yayımlancak Quran: A Reformist Translation (Kuran: Reformist bir Çeviri) adlı kitabın giriş bölümünde yer alacaktır ve şu anda www.islamicreform.org sitesinde hem İnlizce ve hem Türkçe olarak yayınlanmaktadır. Sorunuza cevap olarak dilerseniz MESAJ adlı Kuran çevirimin önsözünü koyabilirsiniz. Hani bu söyleşinin bir kenarında çerçeve içine yerleştirebilirsiniz. Bu önemli makaleye yer bulamazsanız okuyuculara 19.org sitesinde elektronik olarak yayımlanan MESAJ'a bakmalarını öneririm.
Türkiye’yi bugünkü AKP iktidarıyla birlikte nasıl değerlendiriyorsunuz?Gerçi Tayyip başta olmak üzere AKP içinde birçok eski arkadaşım yer alıyor, AKP ile bir ilişkim yok. AKP'ye yönelik bir değerlendirme ve eleştiri yerine Türkiye'nin politik ve ekonomik stratejisi üzerinde görüşlerimi paylaşmak isterdim. Kürt sorunundan AB sorununa, laiklikten eğitim sistemine kadar birçok konuda özgün görüşlerim ve önerilerim var. Ancak, bu söyleşi çok uzadı ve dilerseniz sizinle iç ve dış politika konusunu bir başka söyleşi konusu yapalım. Ne dersiniz?
İslami şirketler, holdingler Müslümanları nasıl etkiliyor, paralarını pullarını nasıl alıyor ve İslamiyete etkileri?

Bunu da dilerseniz ileride yapacağımız siyasi ağırlıklı söyleşiye bırakalım.19 mucizesini bir kez daha anlatır mısınız?

Bak işte buna dayanamam. Bu konuyu bir kez bir televizyon programında tartışma imkanım oldu. Maalesef karşıma çıkartılan diyanet işleri eski başkanı Süleyman Ateş birkaç kez kızıp stüdyoyu terketmeye kalkışınca bu önemli konu onun kaprisine kurban gitti. Sunucunun israrı üzerine, onu ürkütüp kaçırtmamak için Besmele'nin 19 harfe değil, 21 harfe sahip olduğu biçimindeki saçmalamasına cevap vermediğime daha sonra üzüldüm. Hani Arapça harflerini tanıyan her çocuğun bile rahatlıkla sayabileceği, ve 19 mucizesinin keşfinden önce hiçbir alimin ve cahilin ihtilaf etmediği bu kadar basit bir konuda başkalarının kafasının karışacağını tahmin etmemiştim. Benim Süleyman amcaya cevap vermeyişimi Besmele'ye 2 harf zam yapmak için bahane olarak kullananlar bile çıktı.

Sana bu konuda yazmış olduğum bir özeti sunuyorum. Biraz uzun. Dilersen önemli gördüğün paragrafları kırparak söyleşiye entegre edebilirsin. Veya dilersen bunu da yanda bir çerçeve açarak küçük puntolarla yayınlayabilirsin. Bu söyleşi yayınlandığında eğer 19.org sitesi hala kapalıysa, teknik birkaç ayarlamayla sitemize girebilenler orada elektronik olarak yayımlanan "Üzerinde 19 Var" adlı kitabımı okuyabilirler. İnşallah tüm kitaplarım yakın bir zamanda bir yayınevi tarafından tekrar basılıp yayımlanacaktır. Kitaplarımın telif ücretlerini İslami Reform mesajının insanlara iletilmesi için kullanıyorum.

HristiyanlıkHıristiyanlık hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Yıllar önce, "Kitabı Mukaddes Allah Sözü mü?" ve "Hristiyanlara 19 Soru" adlı iki kitapla Hristiyanlığı sorgulamış biri olarak özellikle Amerika'daki 11 Eylül saldırısı sonucu oluşan Hristiyan ve Müslümanlar arasındaki gerginliği dikkatle izliyorum.
Eğer Musa, İsa ve Muhammed bugün geri gelse, Yahudiler Musa'yı Yahudi düşmanı, Hristiyanlar İsa'yı Mesih düşmanı, Müslümanlar da Muhammed'i Deccal (Sahtekar) olmakla suçlardı.Bir din düşünün ki üyeleri cinayet silahına tapıyor, destansı kurbanlarının et ve kanını içiyormuş gibi davrandıkları ayinler düzenliyor, 1+1+1 = 1 olduğunu iddia ediyor, ilk inananların hiçbirinin kullanmadığı bir sözcüğü isim olarak benimsiyor, kahramanlarının ismini yanlış yazıyor ve yanlış telafuz ediyor, kahramanları tarafından önceden haber verilen Ferisi'nin öğretisine uyuyor, İsa'nın dünyadan ayrılışından 325 yıl sonra kendi kendini tayin eden bir komisyon tarafından türetilen bir formülü kabul ediyor, sevgi ve barış şarkıları söylediği halde kan dökme ve silahlanma konusunda dünyanın en önde gideni olabiliyor, Haçlı Seferleri adı verilen ve yüzyıllar süren bir barbarlık için çocukları bile seferber ediyor, cennetten arsa satıyor, bilim insanlarını aforoz ediyor, kutsal kitaplarının ilk çevirmenini yakıyor, cadı avcılığı çılgınlığıyla kadınları yakıyor, ustalıkla işkence aletleri keşfediyor ve kutsal mahkemelerinde bir çok kişiye işkence yapıyor, binyılı aşkın bir süre dünyayı düz ve evrenin merkezi ilan ediyor, kolonicilere liderlik yapıyor ve onlar için dua ediyor, davayı kaybedinceye kadar köleliği ve ırkçılığı savunuyor ve uyguluyor, çoğunlukla kralların ve zenginlerin yanında yer alıyor, kadını bir çok hakkından mahrum bırakıyor, evrim teorisini lanetliyor, işgal ve savaşları aşırı milliyetçi sloganlarla destekliyor... Evet, sahte bir ismi, uydurulmuş doktrinleri, tuhaf putperest uygulamaları, ve böylesine sefil bir tarihi ve acı meyveleri olan bir din nasıl Allah'a ait olabilir? Böyle bir din nasıl olur da, bir barışçı, bir filozof olan ve zayıfların haklarını savunan bir elçiye, Allah'ın insan elçisine yakıştırılabilir?Dini veya politik kahramanların putlaştırılması tüm toplumlarda görülen salgın bir hastalık, ve insan tarihinin en büyük trajedilerinin ana sebebidir. Allah'ın tüm elçilerinin getirdiği özgün öğretilere göre, insanları putlaştırma veya Allah'a ortak koşma, Allah'a karşı işlenen en büyük suçtur. Nitekim, peygamberlerin, elçilerin veya azizlerin putlaştırılması ve şefaat inancı, her türlü suistimale, zulme, çatışmaya, ve Allah'ın kulları olan Ademoğulları arasında savaşlara yol açar.

Yeni papa ve Türkiye ziyareti hakkındaki düşünceleriniz?

Bu Papa aynı Papa. Tüm papalar ve mollalar aynı bahçenin ürettiği zakkumlardır. Ratzinger adındaki bu Papa tarih boyunca klisenin aldığı tavrı tekrarladı. İmparatorlardan, efendilerden, güçlülerden, kölecilerden, kadın düşmanlığından, kapitalistlerden, kolonyalistlerden, diktatörlerden, faşistlerden yana aldığı tavrı bu kez Amerikan emperyalizmine göz kırparak devam ettirdi. Bir dizi yalan sonucu Irak'a yapılan haksız saldırı sonucu Irak'ta 600,000'i aşan insan, çoğunluğu Hristiyan olan bir ülkenin, Hristiyan bir hükümetinin Hristiyan askerleri tarafından katledilirken, ve daha nice müslüman ülkesi, Hristiyan ordularının veya onların desteklediği silahlı güçlerin işgali veya Hristiyan uşagı diktatörlerin zulmü altında inlerken, Papa'nın müslümanları barışçı olmamakla suçlaması Papalığın tarihine yakışır bir tutarlılığı tescil ediyor. Eğer müslümanlar saldırgansa, Hristiyanlar 666 kez daha saldırgandırlar.Ratzinger'e ve insanlk için bir kanser uru olarak gördüğüm klisesine cevap olarak "The Naked Pope in a Glass House" (Camdan bir Evde Yaşayan Çıplak Papa) başlığını taşıyan lazer ışığı gibi bir makale yazdım. Onbeş kitap sayfası uzunluğunda olan o yazı şu sıralar Türkçe'ye çevriliyor. Çevrilince onu Türkiye'de büyük trajlı bir gazete veya dergi yoluyla halkımla paylaşmak isterdim doğrusu. Tabi, Papa'nın ziyaretinden önce veya sırasında.AmerikaABD’de Irak işgali sonrası Amerikan toplumunun geldiği nokta?

Amerikan medyası maalesef büyük şirketlere ve lobilere bağlı. Böyle olunca, Amerikan halkı dürüst haber alma şansını kaybediyor. Amerika'ya ilk geldiğimde burayı özgürlük konusunda çok abartmıştım. Ne var ki zamanlar özgürlük ve demokrasinin büyük oranda teoride kaldığına, aslında Amerika'nın oligarşik bir sisteme sahip olduğunu gördüm. Türkiye'nin medyası Amerikan medyasından daha özgür ve farklı seslere daha çok yer veriyor. Mikrofonlar ve höperlörler güçlü bir azınlığın tekelinde ve emrinde olduğu bir ortamda vatandaşın düşünme ve ifade özgürlüğünün olması pek bir anlam ifade etmiyor. Bu konuda bilgilenmek isteyenlere Noam Chomski'nin kitaplarını okumalarını ve Amerikan medyasını yirmi yıldır izleyen www.fair.org sitesini öneririm.

Amerika'nın demokrasi açısından bir çöl olduğunu şöyle ifade edeyim. Amerikada bir markete giderseniz orada yarım düzineden fazla farklı tuvalet kağıdı bulabilirsiniz. Amerika'da Baskin Robins diye bir dondormacıda 31 çeşit dondurma bulabilirsiniz. Her şe için seçenekler o kadar fazla ki... Ama, her ırktan, her din ve politik görüşe sahip 300 milyonu aşan bir insan mozaiğine sahip olan aynı Amerika'da oy vermek için sadece iki parti bulabiliyorsunuz. Bu, demokrasi ve özgürlük konusunda dünyaya vaaz verme ukalalığında bulunan Amerika'nın içler acısı durumudur maalesef. Amerikan seçim sistemi, birbirinin neredeyse ikizi olan ve aynı çıkar çevrelerine hizmet eden iki parti tarafından öylesine ayarlanmışki üçüncü bir partinin çıkma şansı neredeyse sıfır.

Amerika'yı idare eden şirketler 9 Eylül saldırısını iyi istismar ettiler. Geçmişte "komünizm öcüsü" ile korkutup sömürdükleri Amerikan halkını, Komünizm çöktükten sonra bir başka öcüyle korkutma imkanına sahip oldular. Amerika, yan endüstrileriyle yaklaşık 40 milyonu istihdam eden silah üreticisi büyük şirketlere ve büyük petrol firmalarına sahiptir. Ortadoğu'da gerçekleştirilen kargaşalıklar ve savaşlar bu her iki endüstri için yeni kan ve enerji sağlıyor. Nitekim ikinci dünya savaşından sonra Amerika yirmiden fazla ülkeyi bombaladı ve milyonlarca insanı katletti. Savaşlar Amerika'da köle gibi çalışan halkın vergilerinin "savunma bütçesi" bahanesiyle belli şirketlerin kasalarına yönlendirilmesi ve aynı zamanda savaşlar ile ürken ülkelere, Amerika'da demode olmuş silahları satma imkanı bağışlıyor.İnsan kanını içmekle yaşayan vampirlerin korkunç iştihalarına ek olarak, Çin'in gittikçe büyüyen ekonomik, askeri, politik gücü ve petrole olan ihtiyacının büyümesi karşısında, Anglo Sakson ittifakının acilen Orta Doğu'da daha etkin bir hegemonya kurmaları gerektiğini anlamalarını ekleyin. Nitekim, yeni bir öcü bulmanın heyecanı ve Çin'in uyanışı başta olmak üzere farklı ajendalara sahip olan güçler arasında, Orta Doğu'ya yönelik önemli bir ittifak gerçekleşti: İsrail'in çıkarlarını kollayan güçlü Yahudi lobisi AIPAC; İsa'nın gelmesi için ön koşul olan Armageddon için Ortadoğuda kandan nehirler hayal eden ve yaklaşık 30 milyon üyesi olan Evangelical Hristiyanlar; Silah, Petrol ve İnşaat sektörleri; ve nihayet iktidara gelen Neocon psikopatları.

Amerika’ya gidene kadar Türkiye’deki yaşamınız, niçin babanız tarafından ‘mürted’ ilan edildiniz?

Yirmi sekiz yaşımdayken "sadece Kuran" mesajını kabul ettikten sonra Amerika'ya hicret edinceye kadar olan bir iki yıl içinde hayatımda ve çevremde çok şeyler değişti. Bu süre içinde evsiz-barksız, parasız-pulsuz, babası başta olmak üzere ailesi tarafından reddedildim. Gazete ve dergilerinde, cami ve tekkelerinde bana lanetler okuyan ve aleyhimde iftiralar üreten sünni cemaatlerin vakıfları, partileri, hanları, malikaneleri, bankaları ve şirketleri vardı. Devlet tarafından sakıncalı olarak bilinen, üniversiteye devam etmesi bile kanunla yasaklanmış, maddi varlığı olmayan, babası hayattayken yetim kalmış kimsesiz bir gence gösterilen büyük ve şiddetli tepkiye dışarıdan bakan laik medya bir anlam veremiyordu; ama ben öylesine bir tepkiyi ta baştan bekliyordum. Mesajın gücünü biliyordum. Aynı mesajı benden binlerce yıl önce içinde yaşadığı topluma ulaştıran İbrahim adında bir delikanlının aldığı cahili tepkinin öfke ve şiddetinden haberim vardı.
1987-1989 yıllarını tek sermayesi olan kitaplarının yayını durdurulmuş, kitapları kitapevlerinden zorla toplatılıp yakılmış, hatta cebindeki son kuruşları harcayarak bastığı "Sakıncalı Yazılar" adlı son kitabı matbaadan çalınmış, bekar ve bikar, ve arada bir eskiden kendisini izleyen militanlar tarafından tehdit edilen bir genç olarak yaşadım.İlk baskısı Sünni karşıtlarım tarafından matbaadan çalınan ve kendi paramla bastığım ikinci baskısı da dağıttığım kitapçılardan dinci çeteler tarafından zorla toplattırılan ve böylece pek az kişinin okuyabildiği Sakıncalı Yazılar kitabımın girişi bence bu soruya uygun bir cevap olur:Kuran, Tüm Kuran, Başka şey değil Sadece Kuran!

Aylarca süren tartışmalar ve yoğun araştırmalar sonunda 1 Temmuz 1986'da dini sadece Allah'a has kılmaya karar verdim. Bu tarihten itibaren Kuran'ın apaçık, mufassal ve hidayetimiz için yeterli biricik kaynak olduğuna iman ettim.

Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamdan yüzlerce sene sonra düzenlenen yüzlerce cilt hadis ve fıkıh kitabı arasında belirsizleşen ve işin içinden çıkılamaz bir ihtilaflar yığını haline dönüşen "İslam" dini, bu kararımdan sonra birden bire netleşti. Falana göre şu haram , filana göre şu helal, falanca rivayete göre şu vacip, filanca rivayete göre şu mekruh gibi binlerce ihtilaf, Kuran'ın ışığıyla aydınlandı.
Bendeki bu değişikliğin akabinde kaleme aldığım İlginç Sorular'ın 2. cildi piyasaya çıktıktan sonra aleyhimde büyük bir dedikodu ve yıpratma kampanyası başladı. Popüler bir yazardım. Bu popülerliği kaybetme bahasına, hatta dövülmeyi ve öldürülmeyi göze alarak fikirlerimi açıkladım.İnancımın bedelini senelerce zindanlarda işkence görerek ödeyen birisiyim. Dost düşman, beni tanıyan hiç kimse benim samimiyetimden şüphe etmemiştir. Senelerce ceza alma bahasına da olsa mahkemelerde inancımı gizlemedim.
Polis görünce benzi solan, mahkeme salonlarında dut yemiş bülbüllere dönen ödleklerin ve inancı konusunda hiç bir önemli riske girmemiş tatlısu mücahitlerinin Edip Yüksel'i, hızlarını kesmekle suçlamaları dünyanın en garip işlerindendir.
İlginç Sorular-2 piyasaya ilk çıktığı vakit, bazı eski dostlarım merak edip okuyuvermişlerdi. İslam'ı sadece çiçek ve böcek seyrederek "sübhanellah" demekten ibaret bilen, Kurandan habersiz ünlü bir "mücahid" romancımız, benimle İlginç Sorular-2 üzerine konuşacağını söyleyince merak edip odasına girdim. Eleştirisinin ilk sözleri şu olmuştu: "Olur mu Edip, sen hep Kuran'dan almışsın!"
Evet, bir müslüman Allah'ın Kelamından nasıl bu derece allerji duyabilirdi? Kitabımı Fetavay-ı Hindiyye, İbn-i Abidin, İhya-i Ulumid-Din, Kastamonu Lahikası, Envar-ül Aşıkin, Ramuz-el ahadis gibi kitapların alıntılarıyla doldursaydım iyi görülecekti; ama SADECE KURAN'dan ayetler alınca sapıklık olarak nitelendi.
İlginç Sorular-2 'nin arka kapağındaki yazıyı yeri gelmişken buraya almak istiyorum. Ne dersini?Olur, alalım. Hem de o zamanki gençlik resimini de alalım.
Emevilerden itibaren başlayan ve gittikçe artan cehalet ve bagnazlık dönemi, artık vadesini doldurmuştur. İslam alemindeki fitnelerin, ihtilafların, kavgaların, zulümlerin ve perişanlığın temel sebebini merak ediyorsanız, bu kitabı dikkatle okumalısınız. Bu kitap, size müslümanca bir bakış açısı kazandırmaya yönelik bir çalışmanın ikinci basamagıdır.Daha once "Kur'an En Büyük Mucize"yle temel atmış ve "İlginç Sorular"ın 1. cildiyle ilk basamağa çıkmış olmalısınız. Allah'ın muhlis kullarına nasip kıldığı ileri anlayış düzeyine çıkmak için gerekli koşulların başında aklımızı kullanmak ve kalabalıklara kapılmamak gelir. Eğer siz, gerçekleri, onu kabul eden kelle sayısıyla değerlendirmiyorsanız mutlak gerçeğe ulaşabilirsiniz.Toplumumuzun belleğine yüzyıllardır işlemiş yanlış önyargıları kaldırmanın, atomu parçalamaktan daha zor olduğunu biliyorum. Buna gayret edenlerin, dedikodu, yalan ve iftiralarla aforoz edildiklerini de biliyorum. Fakat Rabbimizin soz verdigi zafer ve yardım artık yaklaşmıştır. Gece, dönmeye yüz tutmuştur.
Ne mutlu, sabahın aydınlığına kavuşanlara!

Ne mutlu, Rabbimizin SON MESAJINI aklederek dinleyenlere!

Birinci baskısı Ekim 1987'de gerçekleşen İlginç Sorular-2'den sonra tahmin ettiklerim gerçekleşti. Dedikodu, yalan ve iftiralarla aforoz edilmiştim.
Aleyhimde yazılan dolaylı ve dolaysız yazılara cevap yetiştirmeye çalıştım. Ne var ki bir tek cevaptan sonra bu hakkımı da kaybettim. Mukallitler guruhu topluca saldırıya geçmişti. Beni dövmeyi ve hatta öldürmeyi bile düşünenler vardı. İslam'a olan bağlılıkları birbirini doldurmaktan öteye geçmeyen ilkel tipler, fikri tartışmada aciz kalınca Kuran'da tanımlanan cahil” tavırları sergiliyordu.

Edip Yüksel'in çıkarılmadığı ringlere büyük kahramanlar edasıyla çıkarak Edip Yüksel'in hayaletine yumruklar salladıktan sonra kendilerini galip ilan etmekten utanmıyan sözde aydınlar, mollalar, yazarlar... Vahdet'in önündeki en büyük engelin "akıl putperestliği" olduğunu iddia edebilen akılsız putperestler.... "Edip Yüksel, bizim cihad hızımızı kesiyor" diyen sahte mücahitler... Edip Yüksel'in mason olduğunu ima eden veya söyleyen iftiracılar....Babamın açılışını yaptığı aforoz kampanyasına, Ali Ünal, Hüsnü Aktaş, Hüseyin Hilmi Işık, M. Şevket Eygi, Ali Arslan, Prof. Salih Tuğ, Dr. İbrahim Aydınlı gibi zatlar kılıçlaşan kalemleriyle katıldılar. Mahmut Toptaş, Ahmet Arvas”, Hekimoğlu İsmail, Ali Bulaç gibi zatlar da ismimi zikretmeden kampanyaya katılmayı tercih ettiler. Prof. Hüseyin Hatemi, tartışmalara vakur ve farklı bir uslupla katıldı. Bu tartışmalara daha kimlerin katılacağı malum değil. Malum olan şuydu ki son çırpınışlarını yapan mukallitler guruhu beni icma ile aforoz etmişlerdi.Evet, meydanın bir köşesinde manzara buydu. Bunca dehşetin ve yaygaranın sebebi neydi? Halbuki, Edip Yüksel, sadece Kuran'ı dini kaynak kabul eden bir ümmetin basit bir eriydi. Üstelik daha göreve başlamamıştı. İlginç Sorular-2 çok ufak bir giriş denemesinden ibaretti.Elinizdeki kitap, Kuran'ı biricik kaynak görenler ile, Kuran'a başka kaynakları eş koşanlar arasındaki tartışmaların bir kesitidir. Bu tartışmaları kitaplaştırmak zorunda kaldım. Kendisine yöneltilen iftira ve hakaret dolu eleştirilere cevap verme hakkı elinden alınan birisi başka ne yapabilir ki?
Aforoz edilmiş bir yazarın, mukallitler için pek sakıncalı olan kitabını okuma cesaretini gösterdiğiniz için sizi kutlarım. Bu kitabı okurken, hatırınızda bulunmasını istediğim bir kaç noktayı belirtmek istiyorum:

"Hakkında bilgin olmayan bir şeyi körü körüne izleme; çünkü kulak, göz ve gönül (muhakeme), bunların hepsi ondan sorumludur." (17:36)
"Onlar ki sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir, ve onlar akıl sahipleridir." (39:18)
Allah'ın dinini, Emevi, Abbasi ve Osmanlı palavracılarının dini haline sokanları uyarıyorum. Aklınızı başınıza alınız. "Sevad-ül a'zem" i, yani "büyük karaltı" yı takip etmekten vazgeçiniz. Zira Kuran nurunun aydınlattığı sabah, sizin o büyük karanlığınızı dağıtmak üzeredir!EDİP YÜKSEL

Temmuz 1988 İstanbul

Sadece Kuran mesajını ilan etmemle birlikte beni basın yoluyla linç etme kampanyası başlattılar. Cevap verme hakkımı sadece bir kez kullanabildiğim bir taşlama cezasına mahkum edildim. İlk kampanya 1988 yılında Girişim dergisinin 28'inci sayısında yayımlanan babamın eleştirisiyle patlak verdi ve yankılarını Zaman Gazetesi, Vahdet Dergisi, ve Kitap Dergisi başta olmak üzere Sünni basında buldu. İkinci kampanya ise Nokta Dergisinin Nisan 1989'daki sansasyonel kapak yayınıyla başladı. Aralarında Yusuf Kardavi, Mustafa Zerka, ve Nedvi gibi ünlü Sünni dinadamlarının bulunduğu 38 kişilik 11'inci Dünya Fıkıh Konseyi'nin Selman Rüşdü ve Reşad Halife hakkında Mekke'de verdikleri ölüm kararı konu ediliyordu. Nokta dergisinde konuyla ilgili benimle yapılan ropürtaja ek olarak o zamanlar ünlü olan yarım düzine kişiyle yapılan ropürtajlar da yer alıyordu. Grişim Dergisinin yayınişleri müdürü Mehmet Metiner, Diyanet İşleri Eski Başkanı Tayyar Altıkulaç, ve Profesör Hüseyin Hatemi verilen kararı destekliyorlardı. Abdurrahman Dilipak ise olayı "suni bir gündem" olarak geçiştiyordu. Dr. Haluk Nurbaki kararsızlar safında yer alırken bir tek Alpaslan Yasa "kafir" fetvasına karşı çıkıyordu.
1988 ile 1989 yılları arasında aldığım tepkiler hakkında bir fikir vermesi açısından o günler yayımlanan bazı haber, makale ve kitap başlıklarını aşağıya alıyorum: • İlginç Sorular-2 Üzerine Bir Tenkid (Sadrettin Yüksel, Girişim, 28'inci sayı, 1988).• Din bilgini Sadrettin Yüksel, İslam ile ilgili bozuk fikirlere, yanlış yorumlara açıklık getirdi: "SAHABEYE DEĞİL, ZINDIK MİSYONERLERE UYUYORLAR" (Zaman, 3 Şubat 1988, Birinci sayfa dört sütuna manşet)
• Yorum: Sadrettin Yüksel'i Tebrik Ediyoruz (Zaman, 3 Şubat 1988, Birinci sayfa).• Edib'in Cevabi Yazısına bir Bakış (Sadrettin Yüksel, Vahdet Dergisi, 9-15 Mayıs 1988).• Çok Büyük bir Müfteriye (Ali Ünal, Kitap Dergisi, Mayıs 1988).• 19 Efsanesi (Mahmut Toptaş, Hikmet Zeyveli, Orhan Kuntman ve Sadrettin Yüksel, İnkılab Yayınevi, Fatih, 1988).• İkinci Selman Rüşdi Olayı (Sefa Kaplan-Can Karakaş, Nokta, 9-16 Nisan 1989, Kapak).• Edip Yüksel'e Babasından Cevap: "Reşad Halife neyse Edip odur" (Zaman, 10 Nisan 1989, Birinci Sayfa)• İlahiyatçılar ve Siyasilerden Sapık Mısırlıya sert Tepki: "REŞAD HALİFE ŞARLATANDIR" (Seyfullah Türksoy-Seyyit Aydoğan, Türkiye, 11 Nisan 1989, Birinci Sayfa)• Sadrettin Yüksel, Reşat Halife'nin Türkiye temsilcisi oğlu Edip Yüksel için Konuştu: "OĞLUM MÜRTEDDİR" (Seyfullah Türksoy, Türkiye, 11 Nisan 1989, Birinci Sayfa)Amerika’ya nasıl gittiniz?
Amerika'da Reşad Halife'nin düzenlediği uluslararası bir konferansa katılabilmek için 1988 yılında vize için başvurmuştum. Vize istemim reddedilince Amerikan Kültür ateşesiyle görüşme isteğinde bulundum. Amerikan'ın İstanbul konsolusluğunda yaptığım görüşme sonucu ateşeyi katılmak istediğim konferansın bilimsel araştırmalarımla alakalı olduğuna ikna edince 1 Temmuz 1988'de vize aldım. Ağustos ayında gerçekleşen konferans için uğradığım Amerika'da iki üç ay kaldıktan sonra ve eşimle nişanlandıktan sonra geçici olarak tekrar Türkiye'ye döndüm. Ne var ki nişanlıma verdiğim altı ayda dönme sözünü tutamadım. Aleyhimde ikinci kampanya başlayınca gerek şahsım ve gerekse savunduğum fikirler aleyhinde yayınlanan eleştirilere cevap verme imkanına sahip olmadığını gördüm ve nihayet bana yönelik tehditlerin hayatımı tehlikeye sokması ile o nişanlımın yüzüğü geri göndermesi birleşince, beni tanıyan ve destekleyen bir dostumun israrı ve bilet masrafını karşılaması sonucunda Amerika'ya hicret ettim. Merak edenlere... Nişanı bozan eşimle arayı düzelltikten birkaç ay sonra Reşad ile birlikte ailesinden istemeye gittiğimde cebimde yaklaşık beş dolar kalmıştı. İstemeye giderken çiçek almam gerektiğini bilmiyordum. Reşad'ın önerisiyle yol üzerinde bir mağazada durup bir demet çiçek satın aldım. Geride cebimde otuzbeş sent kalmıştı. Amerika'da hayatı kronolojik olarak beşinci dilim olan İnglizce ile işte böylesine başlattım. Zengin bir ailenin kızı olan eşim arada bir kendisini istemeye geldiğimde getirdiğim çiçeğin küçüklüğünü gündeme getirir. Her seferinde o çiçek demetini, giydiğim elbiselerim haricinde sahip olduğum herşeyle aldığımı anımsatırım. Ama her nedense eşim bu gerçeği arada bir gözardı ederek, yıllar önce babasına sunduğum o çiçeklerle beni dövme zalimliğinde bulunabiliyor. Hayat ilginç mi ilginç.

ÇalışmalarABD’deki çalışmalarınız, yaşamınız?

Ben hukuk doktoruyum. Türkiye'de önce ODTÜ makina ile başlattığım daha sonra Boğaziçi İdari Bilimler ile sürdürmeye çalıştığım, ancak 12 Eylül 1980 öncesi yayımlanan iki makalemden ve daha sonra İlginç Sorular-1 kitabımdan dolayı yaklaşık dört yıl hapis cezasıyla kesilen üniversite maceram devletin bir yasağıyla sona erdiydi. Benim gibi politik sebeplerle mahkumiyet almış öğrenciler yeniden sınava girerek de olsa tekrar üniversitelere devam edemiyorlardı. Amerika'ya hicretten sonra sıfırdan başladım. Burada lise'yi bir sınavla dışarıdan bitirdikten sonra Felsefe ve Yakın Doğu Bilimleri üzere iki bölümü normal süresinden daha önce bitirdim. Ne var ki, üniversitenin "belleticilik" bölümü başta olmak üzere çeşitli yerlerde çalışarak kazandığım para ve eşimin kazancı ailemizin geçimine yetmediği için borçlanarak okuyordum. Gerçi notlarımın yüksek olması yüzünden öğrenciliğim süresince toplam onbeş-yirmi bin dolar karşılıksız burs aldım, ama elli bin dolar civarında borca da girmek zorunda kaldım.
Üniversiteyi bitirdikten sonra felsefe ve kritik düşünme konusunda doktora düzeyinde dersler aldım. Bu dönemde Boston'daki University of Massachussets'de bir Kritik Düşünme konusunda Master yaparken doktora için Harvard Üniversitesi ile irtibata geçtim. Teoloji bölümündeki bazı profesörlerden kabul konusunda olumlu cevap almama rağmen ailevi sebepler yüzünden tekrar Arizona'ya döndüm. Felsefe alanında iş imkanlarının az olduğunu bilen eşimin ekonomik konuda endişelerini gözönüne alarak felsefe'den hukuka geçtim. Arizona Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde aldığım hukuk doktorasından sonra bir yıl kadar ceza hukuku mahkemesinde ve daha sonra bir hukuk firmasında birkaç ay çalıştım. Ancak avukatlık ahlaki değerlerimle çeliştiği için patronumla anlaşamadım. Burada bir yüksek öğrenim kurumunda (www.pima.edu) part time olarak felsefe ve mantık dersleri veriyorum. Bazı hukuk firmları için arada bir araştırmacılık ve danışmanlık yapıyorum. Hafta sonlarında ise kitaplar ve makaleler yazıyor ve bana gönderilen emaillere cevaplar veriyorum. Ayrıca, oğlumun okulunda, orta ve lise öğrencilerine başta Türkçe olmak üzere, sömestrine göre değişen Gazetecilik, Hukuka Giriş, Kritik Düşünme, Teknoloji, Bilimsel Araştırmalar gibi dersler veriyorum. Amerika'da bir devlet lisesinde 2002 yılından beri ilk kez Türkçe dersi verme onuru benim gibi anayurdunda ana dili yasaklanmış bir Kürd'e nasib oldu. Bu ilahi bir cilvedir. Bu sömester, ilk, orta, ve lise olmak üzere yaklaşık yüz öğrencim var. Evde İnglizce konuştuğumuz için Türkçe öğrenemiyen oğluma okulunda Türkçe öğretme şansına sahip olmam ise ilahi cilvenin karesidir. Eşim bir hastahanede fulltime diyet uzmanı, bense yukarıda belirttiğimi gibi iki buçuk işte çalışarak elhamdüillah çok iyi bir hayat standardına sahibiz.Herşeyimi kaybetme pahasına, dinimi sadece Allah'a özgüledikten ve Allah yolunda hicret ettikten sonra Kuran'daki vadin bir tecellisi olarak çok büyük nimetlere sahip oldum. Rabbime ne kadar teşekkür etsem azdır. Yahya (16) ve Metin (12) adlarındaki her iki oğlum da okullarında birinciler. Metin birkaç ay önce CBS televizyon kanalının Arizona bölgesindeki haber yayınına "Wiz Kid" diye konu oldu.
(http://www.kold.com/Global/story.asp?S=4733921&nav=JG6Z). Yahya'da ilkokul beşinci sınıftayken aynı televizyon kanalında haber konusu olmuştu. Metin kalkulus okuyor, üniversite düzeyinde fizik dersleri alıyor. Yahya, geçen yıl lisesinde sadece 8 öğrenciye verilen "yılın bilimadamı" ödülünü aldı ve şu anda lisede üniversite dersleri alıyor. Her iki oğlum sosyal yönden de çok başarılılar. Metin ortaokulda sınıf temsilcisi ve kendisinden üç yaş büyüklerle arkadaş. Aynı zamanda çok iyi bir sportmen. Beş yaşından beri forma ve kramponlarla düzenli futbol takımlarında oyun onuyor. Yahya'da ikibeşyüz öğrencinin okuduğu lisede öğrenci lideri seçildi. Ayrıca buradaki bir gençlik kuruluşunun öğrenci hükümetinin başkanı seçildi. Sırık gibi boya sahip olan oğlum her ne hikmetse spor olarak aklıma bile gelmeyen sırık atlamaya merak sardı ve geçen yıl düzenli olarak antremanlara ve yarışmalara katıldı. Her ikisi de yıllarca flüt, piyano ve gitar dersleri aldılar. Evinde şarkı ve müzik dinlenilmeyen bir evde yaşayan benim gibi müzik engelli birisi açısınan büyük bir nimet bu.

Türkçe kitaplarım maalesef Türkiye'de olmadığım için düzenli olarak yayınlanmıyor. Şu anda hiçbir kitabım piyasada yok. Benimle aynı görüşü paylaşan bir grup arkadaş şu sıralar bir dernek ve yayınevi kuruyorlar. Tüm kitaplarımı yeniden düzenleyerek yayımlamayı düşünüyorlar. Türkiye'de yayınlanan kitaplarımın gelirini hayır işlerine bağışlıyorum. Bu arada, MESAJ Kuran çevirisi başta olmak üzere birkaç kitabımı www.19.org ve www.yuksel.org sitelerinde okunabiliyor ve bedava olarak indirilebiliyor. Son birkaç yılda İnglizce kitaplar yazmaya ağırlık verdim. Birkaç arkadaşla birlikte bitirdiğimiz Quran: A Reformist Translation (Kuran: Bir Reformcu Çevirisi) kitaı inşallah önümüzdeki yaz ayında Macmilan yayınevi tarafından yayımlanacak. Türkçe Mesaj çevirisinden farklı yönleri var. İnglizce meallerle karşılaştırmalı bir giriş bölümü ve İslami Reform İçin Manifesto'ya ek olarak, çeviri daha çok dipnot içeriyor ve dipnotlarında felsefi tartışmaların yanında Kitab-ı Mukaddes'e bol referenslar ve Kuran ile karşılaştırmalar mevcut. Şu sıralar üzerinde çalıştığım İnglizce kitap ve projeler şunlardır:
1. Code 19 (Kod 19)
2. Why I Prefer Socrates to Gazzali? (Sokrat'ı Neden Gazzali'ye Tercih Ederim).
3. Test your Quranic Knowledge (Kurani Bilgini Sına)
4. In the Name of Allah (Allah'ın Adıyla, otobiyografim)
5. The American Janus (Amerikan'ın İkiyüzü. Amerika'nın olumlu ve olumsuz yönlerini tartışıyor)6. Twelve Hungry Men (Oniki Aç Adam. Dini, politik ve felsefi bir komedi filmi için senaryo.)7. Nineteen Question for Muslims, Christians, and Atheists (Müslümanlara, Hristiyanlar ve Ateistlere 19 Soru)
8. A Divine Fact: Religions are Opium of Masses (İlahi bir Gerçek: Dinler Halkın Afyonudur)9. The Bestest Teacher, Student and Parent: 57 Rules for Students, Teachers and Parents (En Mükemmel Öğretmenler, Öğrenciler ve Veliler; Eğitim üzerine bir çalışma)10. Odd Articles (Acaip Makaleler)11. All Races are Equal; but Jews are More Equal (Herkes Eşittir; ama Yahudiler Daha Eşittir)12. Robber Banks (Soyguncu Bankalar)
Türkiye'de olsaydınız nasıl bir hayatınız olurdu?
Amerika'ya göre çok daha hareketli bir hayatım olurdu, kuşkusuz. (Büyük olasılıkla, kitaplarımın önümüzdeki yıl yayını ile birlikte Amerika ve Avrupa'da çok aktif bir dönem başlayacak benim için.) Örneğin: Kitaplarım tükenmiş olmazdı; sürekli yayımlanırdı. Televizyon programlarına katılarak resmi ve gayriresmi doğmaları sorgulardım. Türkiyeli halklara eyalet sisteminin yararlarını anlatırdm. Ordusu siyasete katılan hiçbir ülkenin iflah bulmadığını anlatırdım. Lise ve Üniversite öğrencilerini icat yapmaya teşvik eden ve bu konuda eğitim veren bir enstitü kurulması için çaba gösterir ve bu konuda bir televizyon programı yoluyla yarışmalar düzenlerdim. Türkiye'de ırk ve din konusunda yapılan polarizasyonu sabote etmek için bazı tavırlar sergilerdim. Başörtü yasağını protesto etmek için, akrabalarından başörtülü olan esnafı organize eder ve yılın bir gününde bıyıklı veya şapkalı erkeklere bir şey satmamaları ve servis yapmamalarını sağlardım. Yılın diğer bir gününü de kızlarını veya karılarını başörtü takmaya zorlayanları protesto etmek için sakallı veya şalvarlı erkeklere satış ve servis yapılmaması için bundan rahatsız olan esnafı organize ederdim. Ailenizle, akrabalarınızla görüşüyor musunuz?
Kızkardeşlerimle görüşüyorum. İki erkek kardeşimle iletişimim yok gibi. Benden dört yaş küçük olan Boğaziçi Üniversitesi teorik fizik bölümü mezunu erkek kardeşim, yirmi yıldır hala bana kırgın. Kırgından da ötesi, beni görünce cin çarpılmışa dönüyor ve kendini kaybediyor. Çok zeki biri ama o kadar da doğmatik ve bağnaz. Diğer kardeşim, ODTÜ mezunu sosyolog Müfit Yüksel ise, bana kırgın olmasına rağmen Türkiye'ye uğradığımda benimle hem görüşebiliyor ve hem gülüşebiliyor.

Babamı, ablamı ve annemi ise son iki yılda kaybettim. Ölmeden yıllar önce hafızasını yavaş yavaş kaybetmeye başlayan babam 1997 yılındaki ziyaretimde beni tabi tuttuğu son sorgulamasında mezhepçi ayrıntıları ve o ayrıntılarda yaşayan şeytan-ı şerifleri unuttuğu için "müslüman" olduğuma fetva verdiydi. Annemin bir anda çığlık atarak, "Edip için bir kurban keseceğim" diye haykırmasına vesile olan bu aile içi fetva, babam tarafından yüzüne kapatılmış kapının ardından çocuklar gibi bana küfürler ve hakaretler savuran kardeşimi tam anlamıyla çıldırtmış ve mahalleyi ayağa kaldırmıştı. Ablam Süreyya Yüksel, kanser olduğunu öğreninceye kadar maalesef bana dargın kaldı ve ondokuz yıl boyunca araya koyduğum aracılara rağmen, Emine Şenlikoğlu'na rağmen, benimle konuşmadı. Çocukluk ve gençlik dönemlerimizde birbirimize çok yakın olmamıza rağmen, cezaevinde bulunduğum yıllarda kar-kış demeen, asker-polis demeden, beni her hafta ziyaret ederek bu sevgisini izhar etmesine rağmen benim Sunnilik dinini reddetmem ile birlikte ihanete uğramış gibi bir duyguyla yaşadı. 2005 yılında bana Mekke'den telefon açması büyük bir sürpriz olduydu. Her ikimizde telefonda dakikalarca ağlamıştık. Kendisi ölmeden önce kendisini Mekke'de ziyaret etmemi istemişti. Gerçi Suudi Arabistan'ın bana vize verip vermeyeceği konusunda kuşkuluydum, ama başvurmadım bile. Duygusal olarak öyle bir ziyarete cesaret edemedim, maalesef.Ya da Türkiye'de görüştüğünüz insanlar,. dostlarınız kimler?

Türkiye'den hergün düzinelerce email alıyorum ve www.19.org sitesinin forumu yoluyla lise öğrencisinden işsizine kadar, ateistinden monoteistine kadar herkesle ayırım yapmadan yazışıyor ve tartışıyorum. Benim kapım herkese açık. Cep telefon numaramı bile internete asmışımdır. Benimle çok samimi olanların dışında hiçkimsenin bana abi diye hitap etmesini istemiyorum. Bey, efendi gibi sıfatlara zaten "gıcığım." İnsanların abartıldığı, tarikatlardan partilere kadar lider otoritesinin bireyselliği, kritik düşünceyi ve eleştiri kurumunu katlettiği bir ortamda hiyerarşik ilişkileri palazlandıracak herşeye karşı tepki gösteriyorum. Bile bile "karizmam" sabote ederim. Herkesin çok ciddileştiği ortamlarda özellikle içimdeki çocuğa şeker vererek göz kırparım. Gülmesini bilmeyen ve havalı tiplerden hoşlanmam. Nitekim kitaplarımı ve yazılarımı okuyup benimle haberleşen insanların bana sadece "Edip" diye hitap etmelerini isterim. İnsanlar arasında ayırım yapmamaya çalışır ve herkese saygı göstermeye çalışırım. TBMM'de milletvekili olan bir düzineden fazla eski arkadaşım var, ama onlarla pek görüşmüyorum. Ünlülerden görüştüğüm bazı kişiler de var. Ama burada isimlerini zikretmek istemem. Hani, bazıları için hala radyoaktif bir kişi olabilirim.Kitaplarınızın satışı nasıl ve nerelerde daha çok ilgi gösteriliyor, satılıyor? Kitaplarım piyasada tükenmiş durumda. MESAJ Kuran çevirisinin dört basımı yapıldı ve maalesef bir yıldan fazladır tükenmiş durumda. Diğer kitaplarım da öyle. İnşallah bir grup arkadaş tüm kitaplarımı yeniden düzenli bir biçimde tekrar yayınlayacak.Tekrar çok teşekkür ederim. Sevgiler, selamlar. Esin Dalay Ben de teşekkür ederim. Selam ve sevgilerimle. Edip
[Güncelleme tarihi: Pzt, 11 Aralık 2006 18:23]

2 Nisan 2008 Çarşamba

Yargıtay: Adnan Hocacılar örgüt

Yargıtay: Adnan Hocacılar örgüt Yargıtay 8. Ceza Dairesi, kamuoyunda 'Adnan Hoca' olarak tanınan Adnan Oktar ve grubu için 'örgüt' saptamasında bulunduhttp://www.milliyet.com.tr/2007/05/19/guncel/gun03.html

ADNANIN YÜKSELİŞİ MANİDARDIR

1990'da ortaya çıktı Gündeme damgasını vuran Adnan Hoca'nın ortaya çıkışı kadar yükselişi de manidar. Elinden kurtulan Kübra anlatıyor13.05.2007 * Grup, 1990’da Adnan Oktar’ın Ortaköy Dereboyu’ndaki evinde toplanmaya başladı. * Oktar 1991 başında Bilim Araştırma Vakfı’nı kurdu. Geleneksel İslam anlayışı bırakıldı. Grup, Oktar’ın talimatları doğrultusunda kabuk değiştirdi. * Özellikle eğitimli, genç, güzel kişiler alınmaya başlandı. * 1999’da Hoca’nın adı, lösemi hastası Doktor Oktar Babuna için toplanan para kampanyasına karıştı. Babuna için elde edilen 2.5 trilyonun Bilim Araştırma Vakfı’na aktarıldığı iddia edildi. * O yılın 12 Kasım’ında Adnan Oktar’ın Kandilli’deki evine baskın düzenlendi. Oktar’la birlikte 70 kişi gözaltına alındı. * Manken Ebru Şimşek’in de aralarında olduğu 20 kişi Adnan Oktar’dan şikayetçi oldu. Oktar’ın birçok ünlü kişiye seks kasetleri yoluyla şantaj yaptığı öne sürüldü. * Ocak 2000’de Oktar ve 35 adamı hakkında 16 yıl hapis cezası istemiyle dava açıldı. * Ocak 2007’de Adnan Hoca delil yetersizliğinden beraat etti. * Harun Yahya adıyla son yazdığı Evrim Teorisi’nin geçersiz olduğunu savunan Yaratılış Atlası olay oldu. Kitap, Türkiye’de çok sayıda akademisyen, gazeteci ve milletvekiline bedava dağıtıldı. Fransa’da da çeşitli çevrelere gönderildi ancak gelen tepkiler üzerine toplatıldı.KURTULAN KÜBRA ANLATIYOR:Yakışıklı gençler, güzel kızlar, para içinde lüks hayat!Kübra Yelkenci, Ceylan Özgül gibi Adnan Hoca grubuna katılan onlarca kızdan biri. 1 ay önce ağabeyinin telkinleriyle gruptan kurtulmayı başardı. Genç kız, Ceylan’ın kurtarılması girişiminde de ailenin hep yanında oldu. Kübra’nın öyküsü, Adnan Hoca ve grubunun nasıl “mürit” kazandığını ve sonrasında yaşananları açıkça ortaya koyuyor. Bilgi Üniversitesi Psikoloji bölümü mezunu Kübra, 7 yıl önce internette chat’te tanıştığı ve dışarda görüşmeye başladığı yakışıklı gencin kendisini Adnan Oktar ile tanıştırmasını şöyle anlatıyor: Ayrılan münafık Sık sık çıkmaya başladık. Birkaç hafta sonra beni Adnan Hoca’yla tanıştırdı. Hoca bana onay verdi ve her hafta yanına götürülmemi istedi. Orada bir genç kızın ya da genç bir erkeğin isteyebileceği herşey var. Hayır demek mümkün değil. Yakışıklı adamlar, çok güzel kızlar, para, lüks bir yaşam. Herkesin yapısına, mesleğine göre bir görevi var. Herkes bir işle meşgul. Bu arada dini telkin yapılıyor. Gruptakileri dünyadan soyutluyorlar ve kendi içlerine çekiyorlar. Dışardaki erkeklere bakmıyorsun bile. Herşeyden soyutlanıp asker haline geliyorsun. İlk olarak itaat ezberletiliyor. İçeride mutlusun, iffetlisin, hayatının sonuna kadar sana bakacağız sözü veriliyor. Dışarda herşey kötü pis... ’Cemaatten çıkarsan münafıksın’ diyorlar. ’Başına kötü şeyler gelir’ diye tehdit ediyorlar. İki vakit namazDinde aşırı titizlik gösteriyorlar. Namaz vakitlerini hiç kaçırmıyorlar. Namazları 2 rekat ve iki vakit, sabah ve akşam kolaylaştırılmış vaziyette kılıyorlar. Adnan Hoca ’Bana yakın ailenizden uzak olacaksınız. Senin geçmişin yok, cemaatle doğdun, burada yeni bir kişisin. Sadece cemaattekiler cennete gidecek. Ayrılanlar cehenneme gidecek. Bana ölüp de gelin, burası cennetle cehennem arasındaki Araf’ telkinlerini sürekli tekrarlıyor, biz de inanıyorduk. Bize ’dışarda komünist karılar gibi yaşayacaksınız, içerde sahabeler gibi olacaksınız’ diye konuşuyordu..”Haber: Meltem Günayhttp://www.vatangazetesi.com.tr/root.vatan?exec=haberdetay&a mp;tarih=13.05.2007&Newsid=119331&Categoryid=1

'Ben çok şey biliyorum beni de öldürürler

'Ben çok şey biliyorum beni de öldürürler, sizi de' İstanbul-Bakırköy’de, babası tarafından kaçırıldığı ileri sürülen ve Balıkesir’in Ayvalık ilçesine bağlı Altınova beldesinde bulunan Ceylan Özgül’ün (26) ailesi ve yakınları, Ayvalık Cumhuriyet Savcılığına ifade verdi.Kamuoyunca Adnan Hoca olarak tanınan Adnan Oktar'ın (Harun Yahya) cemaatine katılan 26 yaşındaki kızı Ceylan Özgül'ü annesinin evinden kaçırdığı, yanındaki arkadaşını ise silah göstererek tehdit ettiği öne sürülen 57 yaşındaki baba Feridun Özgül, kızıyla birlikte Ayvalık ilçesine bağlı Altınova beldesi'ndeki yazlıklarından jandarma tarafından ifadelerine başvurulmak üzere alındı.Bilim Araştırma Vakfı Fahri Başkanı Adnan Oktar ile bir sene önce tanıştığı öğrenilen 27 yaşındaki Ceylan Özgül’ün ailesinin yanından ayrıldığı ve Adnan Hoca'nın müritlerinin yanına taşındığı da ileri sürüldü. Bir yıldır ailesiyle görüşmediği öğrenilen Ceylan Özgül, dün vakfın üyesi Semih Marangozoğlu'nun eşi Tülin Marangozoğlu ile birlikte İstanbul Bakırköy'de yaşamakta olan kanser hastası olan annesini ziyarete gitti.BUGÜN İFADE VERDİBugün ifadesine başvurulmasının ardından serbest bırakılıan Ceylan Özgül, kendisini almaya gelen 3 avukatla birlikte karakoldan ayrıldı.Jandarma karakolunda gözaltında tutulan baba Feridun Özgül ise Ayvalık Adliyesine getirildi.Bu arada, Ceylan Özgül’ün de ifade vermek üzere daha sonra adliyeye geleceği bildirildi."EVLADIMI KAYBEDİYORUM"Adliyede eşiyle gözyaşı döken baba Feridun Özgül, gazetecilere yaptığı açıklamada, olayın kaçırılma olarak basına yansımasına tepki gösterdi."Kaçırılma" diye bir şeyin kesinlikle söz konusu olmadığını ifade eden Feridun Özgül, şöyle konuştu:"Evladımı kaybediyorum. Bir insanın çocuğu var esrarkeşle tanışmış, o da onu esrarkeş yapmış, aile çocuğunu bırakır mı? Bizim çocuğumuzun beyni yıkanmış, ruhu ayrılmış. Ben evladımla konuşmak için buraya geldim. O benimle konuşmak istedi. Çocuğumun nerede olduğunu, ne yiyip ne içtiğini, neyle geçindiğini bilmiyorum. Elini ayağını bağlamış olsam 5. kattan nasıl indirirdim? 29 yaşında biri değilim. Ayrıca gemiye binerken özel güvenlik yanımızdaydı. Bagajları açtı, güvenlik kontrolü yaptı. Kızımla bir saate yakın konuştuk. Mescitte namaz kıldık. ’Ayvalık’ta bana elbise al’ dedi, elbise aldım. Yemek yedik. Oradan eve gittik." Kızı Ceylan Özgül’ün, "ciklet alacağım" diyerek bakkala gittiğini ve oradan İstanbul’daki bir kişiye telefon ederek adres verdiğini anlatan Feridun Özgül, gazetecilerin "Kızınız neden böyle bir şey yaptı?" sorusu üzerine "(Bacı) diyorlarmış ona. Üst seviyede olunca öyle deniyormuş. Bana ’Ben çok şey biliyorum beni de öldürürler sizi de’ dedi" diye konuştu."BU BİZİM DRAMIMIZ DEĞİL"Anne Firuze Özgül de çocuğunun beyninin yıkandığını öne sürerek, "Saman gibiydi beyni. Önemli para hesaplarına bakıyormuş. ’Gazetelerde bir aile dramı’ diye verdiler. Bu bizim dramımız değil. Türkiye’de 500 ailenin yaşadığı dram" dedi.Bu arada, jandarma yetkilileri İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tercümanlık Bölümü mezunu olan Ceylan Özgül’ün kaçırıldığına dair herhangi bir bulguya rastlanmadığını bildirdiler.OLAYTülin Marangozoğlu'nun iddiasına göre; dün saat 16.00 sıralarında eve gelen baba Feridun Özgül, evde gördüğü kızını otomobile bindirerek kaçırdı. Polise başvuran Tülin Marangozoğlu, Feridun Özgül'nün bir arkadaşıyla beraber kızını silah zoruyla kaçırdığını, kendisine de silah gösterilerek tehdit edildiğini ileri sürdü. Marangozoğlu'nun, baba ve kızın Ayvalık'a bağlı Altınova beldesindeki yazlıklarında olduğu yönünde savcılığa suç duyurusunda bulunulması üzerine, Altınova Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, Ayazkent Sitesi'ndeki yazlığa bir baskın yaparak, baba-kızı karakola götürdü.17:42 - tereyagi ve kil] Normal anormal anlaşılan baba ve kız arasında dünyaya bakışları açısından farklar var. Yada kızcağızın beyni "ailesinin "bile önemli olmadığı konusunda yıkanmış. Cumhuriyete tehdit oluşturmadığı sürece (buna kim karar verecekse!!!) bu tür olşumlar özgür ve demokratik bir ülkede olabilecek şeyler. Ancak babanın, annenin dramını anlamak lazım. Keşke öncelikle "insan olmak ve insana saygı" konusunda insanların beynini yıkayabilsek. . . yazarın tüm yorumları %50 %10 %40 [17:39 - mehmet yilmaz moscov] Ulkenin dustuyu duruma bak ya hoca denen birisi neler yapiyor kimse birsey yapamiyor . allah bizi boyle hocalardan korusun . cunku kanunlarimizin ve emniyetimizin koruyacagi yok anlasilan. ve bu adna halen elini kolunu sallayarak dolasiyor . vay kanunlarimizin ve bizim halimize. yazarın tüm yorumları %89 %0 %10 [17:34 - sertyorum] Alayınızı Alayınızı denize dökecez, sizi gidi örümcek beyinliler. İnsanların çocuklarını alıp kopartıyorsunuz onlardan. Din istismarcısı bezirganlar sizi. Bir kız çocuğunu ailesinden, babasından ne hakla koparıyorsunuz. siz kimsiniz? devlet içinde devlet misiniz. ? yazarın tüm yorumları %84 %0 %15 [17:29 - alican-elifcan] Yeter artık Lütfen birileri şu adnan yahya denen adamı durdursun. Bu ailelerin çektiği çileye bir son verilsin. . . Burası hukuk devleti değilmi. . . nerede bu kanun adamları? yazarın tüm yorumları %77 %0 %22 http://www.milliyet.com.tr/2007/05/11/son/sontur53.asp

Adnan'ı savunanlar

16 January 2000 Emin Çölaşan:
Adnan'ı savunanlar Emin ÇÖLAŞAN
Türkiye gerçekten tuhaf ülke. Ortaya çıkan bazı tipleri görünce bunu daha iyi anlıyoruz. Bunlardan biri Adnan Hoca diye tanınan Adnan Oktar. Dinle imanla en ufak bir ilgisi olmadığı halde ortalıkta din adamı olarak gezinen bir ruh hastası. Ruh hastası olduğu belgeli. Gülhane tarafından kendisine yıllar önce verilen rapor var. Bu rapor sayesinde askere gitmemiş. Ben askeriyenin yerinde olsam, bu adamı yeniden muayeneye tabi tutarım ve ruh hastalığının geçip geçmediğine iyice bir baktırırım. Eğer geçmediyse, bunu kamuoyuna açıklarım. Geçtiyse, hapisten çıkınca derhal askere sevk ederim. *** Gazetelerde bu adam ve çetesiyle ilgili iğrenç bilgilere ve belgelere tanık oluyoruz. Bunun müritleri olan yakışıklı çocukların ve güzel kızların bir özelliği var. Hepsi zengin ailelerden geliyor. Kızlar çoğunlukla manken. Örneğin Gülay Pınarbaşı'nın çıplak resimleri, 100 yaşındaki adamı bile yerinden hoplatır. Bu hanım bir süre Adnan'ın yanında olmuş, sonra da etkisine kapılıp örtünmüş. Hatta o kadar ki, şimdi Fazilet Partisi'nin yayın organı olan Milli Gazete'de köşe yazarı! Adnan ve adamları, taa yıllar önce seks ve şantaj çetesi kurmuşlar. DGM ve Emniyet soruşturmasında verilen ifadelere bakıldığında, yakışıklı müritlerin güzel kızları cinsel yönden nasıl kullandıkları, kimlere nasıl şantaj yaptıkları, sonra kızları Adnan'a nasıl sundukları tek tek ortaya çıkıyor. *** Emniyet bu adamın ve müritlerinin telefonlarını uzun süre -mahkeme kararıyla- dinlemiş. Korkunç, iğrenç, utanç verici konuşmalar. İşte DGM Savcısı'nın iddianamesinden birkaç alıntı: Kemal Koç ile Ebru konuşuyor: ‘‘Şöyle yapalım o zaman Ebuş, siz bir taksiye atlayıp yalıya gelin. Hazırlanın, sizi Abi'ye (Adnan'a) yollayabilirim. Siyah falan giyinin...’’ Kemal Koç ile Serkan Ciminli konuşuyor: ‘‘Hocam hayırlı olsun, parmağın sıcak bir yere girmiş.’’ ‘‘Hee, Ceyda ile ilgili.’’ ‘‘Isındı mı parmağın hocam?’’ Aslı, Didem, Tuba konuşuyor: ‘‘Evdeki bütün seks kasetlerinin listesini alabilir miyim? Size emanet olup başkasına yolladığınız var mı? Son 20 kaset eksik de.’’ Emre Çalıkoğlu ve Sait Örmen'le Sevil konuşuyor: ‘‘Sen Abi'ye mi gittin?’’ ‘‘Evet... Göğüslerime falan baktı, çok güzel göğüslerin var dedi. Göbeğimi çok beğendi, ne güzel göbeği var bunun, badem göbekli dedi.’’ Murat Sarıaslan-Burak Abacı konuşuyor: ‘‘Baktım, senin kasetler bunlar.’’ ‘‘Ama ilişki nasıl? Düz mü, yoksa ters mi?’’ Seks romanlarına konu olacak konuşmaları burada yazamıyorum. *** Saraylarda, villalarda, yalılarda yaşayan Adnan ve müritlerine sunulan kızlar üçe ayrılıyor: Bacılar, cariyeler, motorlar. Hepsinin tadına ya Adnan, ya da müritleri tarafından bakılıyor, hem de ne yöntemlerle! Seks partileri düzenleniyor, habersizce çekilen filmlerle genç kızlara ve kadınlara şantaj yapılıp büyük paralar sızdırılıyor. Oktar Babuna için kemik iliği kanseri palavrasıyla para kampanyası açılıyor, yüz milyarlarca lira halkın acıma duygusu sömürülerek toplanıyor ve paralar gitti gidiyor. Oktar aslanlar gibi sapasağlam. Kız kardeşleri, Adnan'ın en has müritlerinden! *** 11 Ocak 2000 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde bunların yaptığı şantajlarla ilgili bir haber: ‘‘Bu arada mürit Turgut Aksu da ifadesinde, kendisinin sonradan öğrendiğine göre, Melih Gökçek'in isteği üzerine ve Adnan Oktar'ın talimatıyla, (müritlerden) Fırat Develioğlu ve ekibinin Mesut Yılmaz adına fotoğrafı fotomontajla yerleştirilmiş bir ‘‘Masonluk Belgesi’’ hazırlandığını ve bunların Yılmaz'ın miting alanında dağıtıldığını ve basına verildiğini söyledi.’’ Şu işe bakın siz! İ. Melih direktif veriyor, Adnan'ın adamları fotomontaj hazırlayıp Mesut Yılmaz'a karşı kullanıyor! Bu haber çıkalı kaç gün oldu, İ. Melih'ten tık yok! Dünkü Hürriyet'te de, cemaatin kasası Emre Nil'in ifadesi vardı. ‘‘(Adnan'ın adamlarına ait) Atik İnşaat Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne ait metro ve otobüslere reklam alır. Yıllık cirosu bir trilyon liradır.’’ Bağlantılara bakın siz! *** İşin garip tarafı nedir biliyor musunuz? Şimdi bu pisliği, bu Adnan Hoca'yı, seks ve şantaj çetesini savunmak da bizim İslamcı medyaya düştü! İnanılmaz bir şeydir, bu adamların sütunlarında her gün bu çetenin savunmasını okuyoruz. Ayrıca tam sayfalık, yarım sayfalık ilanlar verip buralarda yayınlatıyorlar. İslamcı medya böylece, Adnan ve çetesinin parasıyla köşeyi dönmüş oluyor. Her gün okuyucularına ‘‘Allah, Peygamber, Kuran, din, iman’’ nutukları atan bu medyanın gerçek kimliği de, işte bunları savunmalarıyla ortaya çıkıyor. İnsanda biraz utanma olur. Yalancılığın, ikiyüzlülüğün, sahtekárlığın da bir haddi hesabı vardır. Ama bunları hırs bürümüş, gözleri iyice dönmüş. Adnan ve motorlarının avukatlığını şimdi İslamcı medya yapıyor. Yazıklar olsun. Müslümanlığın, dinimizin bir gün böyle ayaklar altına alınıp paspas gibi çiğneneceğini hiçbir zaman düşünemezdik, ama sayelerinde onu da görmüş olduk!

ADNANA İZİN YOK

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, kamuoyunda "Adnan Hoca" olarak bilinen Adnan Oktar'ın okullarda konferans vermesine, hazırlattığı kitap ve filmlerin dağıtılmasına yönelik herhangi bir izin vermediklerini söyledi.CHP Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın yazılı soru önergesini yanıtlayan Çelik, Oktar'ın okullarda konferans verdiği yolundaki soruya, "Söz konusu kişinin okullarda konferans vermesine ve hazırlattığı film ile kitapların dağıtılmasına yönelik, bakanlığımız tarafından verilen herhangi bir izin bulunmamaktadır" yanıtını verdi.Çelik, Gazalcı'nın bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmayı hatırlatarak, "Charles Darwin'in Türklere hangi eserinde hakaret ettiği" sorusunu da, "Darwin'in Türklerle ilgili hakaret içeren sözleri, oğlu Francis Darwin tarafından derlenen 'Charles Darwin'in Hayatı ve Mektupları' isimli kitapta (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Vol. I, 1888. New York: D. Appleton and Company, s. 285-286) yer almaktadır" diye yanıtladı.Çelik, okullar ve bakanlık merkez teşkilatı arasında bilgi paylaşımı ve aktarımı ile öğrencilere hızlı, doğru, güncel bilgilere, ders içeriklerine, yardımcı kaynaklara erişim imkanı sağlayacak "Eğitim Portalı" oluşturulması çalışmalarının sürdüğünü belirtti. Çelik, 30 eğitim yazılımı satın alınarak, okullara dağıtıldığını da bildirdi.http://www.milliyet.com.tr/2007/03/24/siyaset/siy02.html

1 Nisan 2008 Salı

Babuna’nın annesi Adnan Oktar’ı anlattı

Babuna’nın annesi, Adnan Hoca’nın ailesini nasıl parçaladığını anlattı..22 Ekim 2006 10:28Bir anne düşünün, neşeli, güzel ve başarılı çocukları var. 5 çocuk. Yaşları 25 ile 45 arasında değişiyor. İkisi Alman Lisesi mezunu.Biri Üsküdar Amerikan, diğeri Notre Dame de Sion, diğeri de Nişantaşı Kız Lisesi. Eksiksiz hepsinin üniversite eğitimi var. İkişer dil biliyorlar. Birini, Oktar Babuna’yı, bütün Türkiye tanıyor. Lösemi hastalığı sırasında, ilik nakli için hepimiz seferber olmuştuk. Oktar Babuna yeniden bir kahraman ama başka bir olayın kahramanı. Geçen hafta, mahkeme kapısında gazetecilere, Babam organ taciri, annem cinsel tacizci dedi. Olayın detaylarını öğrenmek için, annesi Semin Babuna’yla konuşmaya gittik. Ve şunu gördük. Babuna ailesinin dördü kız 5 çocuğu ve iki erkek torunu, 13 yıldır Adnan Oktar’ın müridi. Onlar kabul etmese de, Bilim Araştırma Vakfı ve Adnan Oktar’la bir alakamız yok dese de, bakın Semin Babuna, ailesindeki bütün çocukları kaybeden anne, yaşadıklarını nasıl anlatıyor.Cevat Babuna ile nasıl tanıştınız?- 1960’ların Türkiye’si. Ailemin bir tek kızıyım. Üzerime titreyen bir aile. Liseyi yeni bitirmişim. Pek çok isteyenim var. Reddediyorum. Sonra, yakın bir akrabamız vasıtasıyla Cevat’la tanışıyorum. Altı ay nişanlı kaldıktan sonra da evleniyorum.Görücü usulü yani...- Görünüşte öyle ama hemen aşık oluyorum. Cevat, ABD’den yeni dönmüş. İhtisasını Chicago’da tamamlamış fevkalade yakışıklı bir doktor. 46 yıldır evliyiz. Birbirimize çok bağlıyız.Planlarınızın arasında, 5 çocuk yapmak var mıydı?- Tabii, tabii. İkimiz de bunu, özellikle istedik. 5 çocuğumu da, bilerek ve isteyerek doğurdum. Kalabalık ve neşeli bir aileydik. Evde bakıcılar, yardımcılar, annem, kayınvalidem, kayınpederim. Beni büyüten nenem de bizimleydi. Yazları Erenköy’de, kışları Nişantaşı’nda yaşardık. Çocuklar da, bu ortamda yetiştiler.Nasıl bir annesiniz?- Müşfik, çocuklarına bağlı ve şefkatli. Sürekli çocuklarını şapur şupur öpen, sarılan anneler vardır ya, onlardan değildim ama çok ilgiliydim. Bütün tahsilleri boyunca, evde bir sürü yardımcı olduğu halde, kahvaltılarını hep kendim hazırladım. Okuldan döndükten sonra da, onları kapıda karşıladım. Hayatım, eşim ve çocuklarımın etrafında döndü.Çocukların okulla sorunları oldu mu?- Hiç. Büyük kızım Ceyda, Üsküdar Amerikan Kız Koleji mezunu, sonra iktisat okudu. İki numara Oktar, Alman Lisesi ve Çapa Tıp Fakültesi mezunu, ihtisasını New York Üniversitesi’nde yaptı. Üç numara Hüma da abisi gibi Alman Lisesi’nde okudu, İstanbul İktisat mezunu. Dört numara Nişantaşı Kız Lisesi’ni bitirdi, o da İktisat Fakültesi mezunudur. Beş numara Eda, Notre Dame de Sion mezunu, Bilgi Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler’e girdi. Çocuklarım, son derece iyi okudular...Mesafeli bir ilişkiniz mi var çocuklarınızla? Size, siz diye mi hitap ederler?- Yok canım, sen derler. Bana da, babaya da pek düşkündürler. Öyleydiler yani. Sırlarını kime gelip anlatırlardı?- Daha çok bana. Çok yakındım çocuklarımla.Gözünüzün önünden gitmeyen kareler...- Nişantaşı’nda Valikonağı’ndaki evde, hep birlikte sofraya oturuyoruz. Holde kocaman bir masamız vardı, uzun bir masa, maaile yemek yiyoruz, her kafadan bir ses çıkıyor, birkaç jenerasyon bir arada. Müthiş bir şeydir kalabalık aile. Bir de sabahları 5 çocuk okula gidiyor, hepsinin okulu ayrı saatlerde. Teker teker onlar kalkmadan, kıyafetlerini, formalarını, üşümesinler diye yataklarının üzerlerine diziyorum. Kahvaltılarını hazırlıyorum, karşılarına oturuyorum. Servisleri gelince, çocuklarımı teker teker kapıdan uğurluyorum. Bizi üzmeye başladıkları ana kadar, çok mutlu bir aileydik.HER ŞEY 13 YIL ÖNCE BAŞLADISorunlar ne zaman başladı?- 13 yıl önce. Bizim dört numara Tuğba, Adnan Hocacılar diye tabir edilen insanlarla görüşmeye başladı. Başta ciddiye almadık. Geçici bir şey zannettik. Fakat sonra baktık ki, öyle değil. Durum ciddi. Önce gündüzleri birkaç saat kayboluyordu, sonra geceleri de gelmemeye başladı. Derken evi de terk etti, mürit oldu.Diğer dört kardeş, nasıl tavır alıyordu?- Oktar başta, Tuğba’nın tamamen saçmaladığını düşünüyordu. Hatta dalga geçiyordu. Diğerleri de fevkalade karşıydı, Tuğba’ya cephe aldılar. Ama Tuğba, zaman içinde hepsini Adnan Hoca’nın yanına götürdü.Hepsini mi?- Hepsini! Yıllar içinde 5 çocuğum, sonra da iki torunum onlara katıldı. Zincirleme oldu. Birbirlerine tesir ettiler. Toplu paranoya gibi. Hüma, ABD’de Georgetown’da okuyordu, kocasına çok aşıktı. Dört günlüğüne geldi. Sadece dört gün. Geliş o geliş. Tuğba, onu da Adnan Hoca’ya tanıştırdı. Dört gün içinde, o yanıp tutuştuğu kocasını boşayıverdi. Bitti. Bir daha Amerika’ya dönmedi. Herkes şaştı kaldı. Mani olamadık. Sonra Eda’yı aldılar. Bilgi Üniversitesi’nde okuyordu, en küçük kızımız. Okulu da bıraktırdılar...Bu arada çocuklarınızı geri kazanmak için ne yapıyorsunuz?- Elimizden ne geldiyse yaptık. Anlattık: Bu kadar iyi eğitim aldınız, mesleğinizi yapmanız lazım, çalışmanız lazım, aile kurmanız lazım... Yalvardık ama dinletemedik.Ne diyorlardı?- Ne diyecekler? Onlara göre İsa mesih, Adnan Oktar da mehdi. İkisi ele ele verip, bütün dünyaya hakim olacaklar. Çocuklarımız buna inandılar.NEREDE YAŞADIKLARINI BİLE BİLMİYORUMBu çocuklar bunca yıldır nerede yaşıyor?- Bilmiyorum. Nasıl yani?- Bilmiyorum işte. Soruyorum, Tedbiren söyleyemeyiz! diyorlar. Sadece 18 yaşındaki küçük torunumla oğlum Oktar, alt katımızda yaşıyorlar. Kızlarımın nerede yaşadığını 13 yıldır bilmiyorum.Bari dört kız kardeş, birlikte mi yaşıyorlarmış?- Hayır. Onlar için aile, kardeş ya da evlat önemli değil. Böyle kavramlar yok. Bir arada değiller, yabancılarla yaşıyorlar. 20 yaşındaki torunum bile annesiyle değil. Kendinden 15 yaş büyük bir adamla kalıyor.Hiç mi hafiyelik yapmaya kalkmadınız? Çocuklarınızın peşine düşmediniz?- Yaptık. Yapmaz mıyız? Hiçbir netice elde edemedik. Çünkü evler devamlı değişiyordu. Onlar lütfederse, görüşebiliyorduk. Yanlarında bir yabancıyla eve geliyorlardı. Anlamadım...- Kızlarımdan biri eve geliyor değil mi? Yanında tanımadığım iki kızla birlikte geliyor. Bu toplulukta hiçbir çocuk, annesi babasını yalnız başına göremez. Belli mi olur belki etki altında filan kalır. Yanında hep birileri olacak. Yemek masasına bile o yabancı birileriyle birlikte oturulur. Banyoya bile gitse yanındadırlar. Ve Adnan Oktar hakkında kötü bir laf etmeye kalkışırsanız, apar topar çocuklarınız evi terk eder. Zaten bu mahkeme yüzünden de, son altı aydır çocuklarımızla görüşmedik. Bize yaptıkları tehdit şu: Bizi görmek istiyorsanız, Bilim Araştırma Vakfı ve Adnan Oktar hakkında, tek bir kötü söz etmeyeceksiniz. Edersiniz, bizi hayatınızın sonuna kadar unutmak zorunda kalırsınız...Peki oğlunuz alt katınızda oturuyor, onunla görüşebiliyor musunuz?- Evet ama ilişkimiz çok resmi. Oğlumuza biz bakıyoruz. Beyin cerrahı olmasına rağmen çalışmıyor. Muayenehane açalım, mesleğine geri dön diyoruz, kabul etmiyor. Daha önemli vazifeleri varmış...Neymiş onlar?- Dünyanın her tarafında Adnan Oktar için konferanslar veriyor. Yaratılış ve evrim teorisini anlatıyor...Biz bakıyoruz derken, harçlık mı veriyorsunuz?- Yurtdışına giderken, hayır. Bulunduğu yer gönderiyor. Ama onun dışında, bütün ev ihtiyaçlarını, giyeceklerini, yemeğini, telefon paralarına kadar aklınıza gelen her şeyini biz karşılıyoruz.Biraz tuhaf değil mi, oğlunuz 43 yaşında...- Öyle söylemeyin. Oğlum, bir mucize eseri hayatta. Çok ağır hastalıktan kurtuldu. Tanrı onu bana bağışladı. Elimde değil...Adnan Oktar, belli ki oğlunuzun alt katta oturmasına ses çıkarmıyor, kızlarınızdan ne istiyor?- Bilmiyorum. Onları bizden mümkün olduğu kadar uzak tutmaya çalışıyor.Peki torunlarınız gideli ne kadar oldu?- Birkaç yıl. Onları da tek başlarına göremiyorum. Yatıya kalamıyorlar. Ziyarete geldiklerinde yanlarında hep birileri oluyor.Torunlarınızın annesinin için rahat mı?- Büyük kızım, iktisat profesörü ve milletvekili Tevfik Ertüzün’le evliydi. Damadım ve kızım, kardeşlerini kurtarabilmek için çok uğraştı. Olmadı. Başaramadılar. Sonra Tevfik, bence şaibeli bir araba kazasında rahmetli oldu. Kızım, iki oğluyla kalakaldı. Bize sığındı. Çok yumuşak, melek gibi bir kızdır. Bir de şimdi görün onu. Yüz çizgileri sertleşti, bambaşka biri haline geldi. Maalesef onu da içlerine aldılar, oğullarıyla birlikte. Ama bir gün kurtulacaklarına inanıyorum. Kendilerini sorgulayacaklar ve gerçeği bulacaklar. Bunu başaranlar var. Onlar gruptan çıkıyor. Evleniyorlar, iş kuruyorlar, hayata geri dönüyorlar...Kurtulanlar, o dönemi nasıl tanımlıyorlar?- Kabus diye, Uyandım ama onlarca senem boşa gitti... diye anlatıyorlar.Peki siz nasıl açıklıyorsunuz bu durumu?- Açıklayamıyorum. Bu çocuklar, benim bildiğim çocuklarım değil. Bambaşka bir karaktere büründüler. Sanki içleri boşaltılmış gibi. Gözleri donuk. Robot gibi. Kendi yollarını, kendi iradeleriyle çizmiş olamazlar mı?- Hayır, bence olamazlar. Tamamen bir beyin yıkama faaliyeti. Hipnoz mudur, metapsişik bir şey midir, çözebilmiş değilim.Peki talep etsem benimle konuşurlar mı?- Deli misiniz, tabii ki konuşurlar. Emin olun, karşınızda son derece düzgün, eğitimli, kibar ve zeki çocuklar görürsünüz. Şöyle diyeceklerdir: Ne alakası var? Tabii ki kendi isteğimizle buradayız. Biz yaşını başına almış insanlarız, kendi kararlarımızı kendimiz verebiliriz! Hatta daha da ileri gidip, anneleri babalarını olmayacak şeylerle suçlayacaklardır.Peki dersem ki, aileniz neden sizi yalnız göremiyor, neden nerede yaşadığınızı bilmiyorlar. Ne cevap verecekler?- Yok efendim böyle bir şey! diyecekler. Annemizin, babamızın, ne yazık ki akli dengesi yerinde değil bile diyebilirler.Yarabbi diyorum bu bir korkulu rüya elbet uyanacağızHálá çocuklarınızı kazanacağınızı söylüyorsunuz. Bunu nasıl yapacaksınız?- İnşallah sonunda kazanacağız. Onlara tekrar kavuşacağım. Umuyorum. Elimizden geleni yapıyoruz. Kendilerini sorgulayacaklar. Akıllanacaklar. Annemize babamıza ne yapıyoruz? diyecekler.Bu son olay üzerine diğer çocuklarınızla görüştünüz mü?- Hayır, hiçbiriyle görüşmedim. Çünkü son zamanlarda, bizim, diğer ailelerle birleştiğimizi, bir araya geldiğimizi hissediyorlardı. Bir duvar gibi birlikteyiz artık ailelerle, bu yolda beraberiz. Ankara’ya gidişlerim oldu, bazı görüşmeler yaptım. Bazı şeyleri maalesef duyuyorlar. Son olarak kızlarım, Böyle yaparsan, bizi kaybedersin diye rest çektiler. Zaten altı aydır eve uğramıyorlardı. Aleyhimize birtakım şeyler yapıyorsun, bunu duyduk. Mahkemeye çıkacakmışsın, Ankara’da bazı insanlarla görüşmüşsün. Ya vazgeç ya da bir daha bizi göremezsin. Sizden çok memnunum diye bir kağıt yazarsam beni affedeceklermiş...Ne demek o?- BAV topluluğundan çok memnunum. Hiçbir şikayetim yoktur diye bir kağıt imzalamamı istiyorlar.Annelerin, babaların bir araya gelmesinden neden bu kadar rahatsızlar? - Çünkü yeniden BAV’a ve Adnan Oktar’a karşı bir hareket başlıyor. Yıllarca kimseyi bize tanıştırmadılar. Evimize arkadaşlarını getirdiler, isimleri farklı söylediler. Hakiki soyadlarını asla söylemediler. Kimin kızı dersin, cevap vermez. Çünkü ailesiyle temasa geçmenden korkuyor. Ama işte sonunda aileler bir araya geldik.Daha önce de aileler bir araya geldi bir sonuç alınamadı. Herkes şikayetlerini geri çekti...- Doğru, orada bir hata yaptık. Daha doğrusu, hepimiz aldatıldık. Adnan Oktar nişanlandı, artık evleniyor dendi. Çocuklar evlerine dönüyor. Bu adam, artık evlatlarımızı rahat bırakıyor. Bundan sonra hayat normale dönecek. Evlenecekler, iş hayatına atılacaklar. Madem öyle dedik, çocuklarımız ceza görmesinler diye dilekçelerimizi geri aldık. Ama bu sefer kararlıyız. Sonuna kadar gideceğiz. Nasıl bir derttir bu. Allah kimseye vermesin. Bazen, Yarabbi diyorum, Bu bir korkulu rüya, elbet uyanacağız...Baba Prof. Cevat BabunaBen hekimim, profesörüm, beyin fonksiyonlarını çok iyi bilen biriyim. Ama bu olan biteni açıklayamıyorum. Bu meseleyi, fizik bir metotla izah etmek, zaten mümkün değil. Ekstradan bir şeyler oluyor orada. Bir metafizik olay var ama ne? Bu adam nasıl bütün bu çocukları kendine itaat ettiriyor? İşte bunu kimse çözemiyor...Bunlar zayıf çocuklar değil. Aksine çok kuvvetli, zeki çocuklar. Ve iyi eğitimliler. Peki nasıl olabilir? Nasıl bu kadar bir başkasının etkisinde kalabilirler? Tuğba mesela, bizim dört numara, organizasyonun bütün işlerini yürüten kişiymiş. Devletle filan ilişkileri var. Yok canım dedim ben önce. Ama bir baktım, kızımı tanımayan parti başkanı yok. Deniz Baykal’ın bir gün Dedeman’da konuşması var, ben de oturumun başkanıydım. İlk defa karşılaşıyoruz, bana Tuğba nasıl? diye sordu. Süleyman Demirel’le karşılaşıyorum, Tuğba n’apıyor? diyor. Hepsiyle irtibatı var, bu nasıl oluyor?O GÜN MAHKEMEDE O SÖZÜ SÖYLEYEN BENİM OĞLUM DEĞİLDİ, ROBOT GİBİ43 yaşında beyin cerrahı oğlunuz, nasıl oldu da sizin için, Bahçıvanın geri zekalı oğluna cinsel tacizde bulundu annem diyebildi?- Bunu söyleyen adamın, benim çocuğum Oktar’la hiçbir alakası yok. Oktar, ahlakı düzgün sevecen bir çocuktur. O gün mahkemede konuşan başka biriydi. Yandan gördüm. O yüzü tanımıyorum. Oğlum Oktar’ın yüzü değil. Benim de aklım almıyor. Onlara söyleneni yapıyorlar. Robot gibi. Koşulsuz itaat ediyorlar. Ama ben, beni assalar, vursalar ya da öldürseler, asla annem-babam hakkında böyle şeyler söylemem. Bu yüzden neler olduğunu açıklayamıyorum.Ne hissettiniz? - Şoke oldum. Kahroldum. Bir annenin yaşayabileceği en büyük acı. Atamazsın, satamazsın. Evladım o benim. O günden beri telefonlarımız susmuyor. Bütün Türkiye durumun vahametini gördü. Oğlum çok ağır bir hastalıktan kalktı. Bir mucize eseri, Allah onu bana bağışladı. Birilerinin sıkıştırmaları yüzünden strese girip hastalığı nüksederse, yemin ederim bunun hesabını sorarım...Bunlarda her tür numara var. Karşılarındaki insanı yıldırmak için her şeyi yapıyorlar. Bir Ebru Şimşek, bir de Fatih Altaylı yılmadı. Öyle insanlar ki, 300 tane dava açıyorlar. Uğraş uğraşabilirsen. Bir davayı burada kazanıyorsun, bir bakıyorsun, başka bir mahkemede başka bir iftiradan dava açılmış. Bunlarda yalancı şahit de bol. Yalan fevkalade mübah bir olay. İnsanları çocuklarıyla karşı karşıya getiriyorlar. Annesine karşı yalancı şahitlik yaptırıyorlar mesela. Kız çıkıyor diyor ki mesela, ’Annem gruptan para istedi sizin hakkınızda şikayetçi olmayayım diye, para verilmeyince benim nerede olduğumu bilmediği konusunda şikayette bulundu’. Hakim anneye bakıyor, annenin kolunda Louis Vuitton filan var bu arada, yani belli ki kadının paraya filan ihtiyacı yok, ’Ne diyorsunuz?’ diyor. Anne hakime bakıyor, ’Ne diyebilirim Hakim Bey, o benim kızım’ diyor.ANNEYİ SEVMEK ALLAH’A ŞİRK KOŞMAKMIŞPeki sizi öyle ağlarken, perişan vaziyette görünce etkilenmiyorlar mı? Onların annesisiniz...- Ah, ah. Anneye babaya şefkat göstermek, ilgi yapmak, onların felsefesine göre Allah’a şirk koşmak. Evladına da sevgi göstermeyeceksin. Kızım Ceyda mesela, özellikle oğullarından uzak duruyor. Nadiren de olsa görüştüğümüzde usulen öpüşüyorum çocuklarımla. Asla eskiden olduğu gibi gerçekten, samimi kucaklaşamıyoruz. Aramızda hep bir duvar var.Hiç kendi kendinizi sorguladığınız oluyor mu? Acaba, bir yerde hata mı yaptık? diye...- Sorgulamaz olur muyum? Ne yaptık da, böyle oldu? diyorum. Yedi çocuk birden. Neden böyle bir girdabın içinde girdiler? Kendime bakıyorum, sorun bende mi diye, suç bulamıyorum. Düşünüyorum da, yapabileceğim her şeyi yaptım. Zaten kocamın psikiyatr arkadaşları da bana, Suçu kendinde arama, bu bir beyin yıkama faaliyeti diyorlar.Sizce çocuklarınızda manevi bir boşluk mu söz konusu acaba?- Ne alakası var? Orada çocukları günde 14 saat çalıştırıyorlar. Rahat değiller ki. Manevi boşluk doldurma filan söz konusu değil ki. Bilgisayar başında, gece yarılarına kadar kitap yazıyorlar. Sohbet edecek zamanları bile yok.Peki sizin için maddi bir kayıp da söz konusu mu?- Çocuklarımı kaybetmişim, maddiyatın lafı mı olur? Ama maddi kayıp da var. Bırakın çocuklarımızın üzerine yaptığımız dükkanları, şunları bunları... Rahmetli damadımdan torunlarıma kalan mülkler, evler, çiftlikler, milletvekili maaşı bile gitti. Vakfa devredildi.Nereden biliyorsunuz devredildiğini?- Hiçbiri ortada yok. Sahipleri değişmiş. Hürriyet http://www.proxylord.com/proxy.php?q=http%3A%2F%2Fwww.haber3.com%2Fhaber.php%3Fhaber_id%3D169220